Kapıdan girerken birden elindeki dosyaları düşürecek olsa da sıkıca
tuttu. Damağındaki sıcak kahve tadı uykusu olduğu gerçeğini
derinleştiriyordu. Bazen tam tersini hissettirirdi aslında. Hala
çalışıyor olduğunun inatçı göstergesi olurdu. Birilerinin sürekli iş
peşinde koşuşturduğu uzun koridora çıktı. Odalara girip çıkan ve elinde
kâğıtlar dosyalar olan bu insanların ne yaptığını anlamak değil anlamaya
çalışmak bile istemiyordu. Her bir dosyanın kan koktuğunu düşünürdü
genç sekreter. Odaları tek tek geçip en son sağdaki odaya doğru
ilerliyordu. Elinde tutuğu mavi ciltli dosyanın içindeki o iğrenç kan
kokusunu alabiliyordu. Bir yandan da aslında bunun tam tersi bir
şeylerde olduğunu hissetmiyor değildi. Çünkü insanları öldüren bir
bıçaktan, tabancadan ya da herhangibi bir aletten söz etmiyordu bu
cinayet davasında. İnsanları öldüren bir koltuğun varlığı yetmiyormuş
gibi birde öldürdüğü kişilerin adı karalanmıştı bu dosyaya resimleriyle
birlikte. Koltuk dosyasıydı elinde tuttuğu. Her gün adı bile söylenmeden
kullanılan lanet olası bir koltuk hepsi bu… Ya da sadece o öyle
sanıyordu.Odaya hızla girdi. Uzun siyah ceketli ellerini pantolonunun
cebine atmış ve kapalı olan pencereden dışarıyı kuş bakışı seyreden
siyah saçlı adamı gördü. Arkası dönüktü. Ve hala sekreterin içeri
girdiğini görmemişti genç adam. O hala bulutların yavaşça şehre
bıraktıkları yağmur damlalarını seyrediyordu. Önünde uzanan tüm şehrin
binalarına baktıkça her birinin bu davayla bir ilgisi olabileceğini
düşünüyordu. Aniden arkasını döndü ve karşısında gördüğü genç kadını
ürküttü.
Bir adım geri kaçan sekreter kafasındaki tüm düşünceleri bir
anda nasılda sildiğine hayret ediyordu. İlk odak noktası gözleri
olmuştu. Ajanın o kahverengi gözleri. Sanki bütün vücudunu ve hatta
elbiselerini tamamlayan birer çift takıydı o gözler. Hafif sakalı vardı
belki bir kaç günlük. Derin bakışlarının tamamlayıcısı olan siyah
kaşları her konuda yüzüne birazda olsa kararlılık ifadesini aşılıyordu.
Uzun boy paltosunun içine giydiği kıyafetler bir devlet memuru için çok
fazla spor duruyordu. Siyah polyester fermuarı ilikli bir ceket ve siyah
pantolon bunlarla uyumlu siyah botlar. Ellerini pantolonunu ceplerine
attı. Sekreter ajandan elini uzamasını bekliyordu ki bunu görünce
düşüncesini hemen sildi. Genç adam yumuşak bir ses tonuyla konuşmaya
başladı.“Ben Jordan Miller bayan koltuk davasını üstlenen
dedektif”Sekreterde karşısındaki kişinin bu soğukkanlı tavrına otoriter
bir cevap vermek istedi. Gayet tok bir sesle“Memnun oldum dedektif. Ben
Sandra Faris bu dava hakkında size bilgi vermekle görevlendirildim
sanırım çalışmalarınızda benden yardım alacaksınız.”Sekreter dosyalarını
masaya bırakırken, genç dedektif içinden diye tekrarladı.Tekrar
pencereye yanaştı ve ellerini cebinden çıkarmadan şehri izlemeye devam
etti.“Dava hakkında ne biliyorsunuz bayan?”Sekreter bu soru karşısında
bütün bildiklerini anlatabilirdi. Ama karşındaki kişiyi tatmin
edemeyeceğini düşündüğünden dosyaları göstermekle yetindi. Masanın
üzerindeki mavi dosyayla gözgöze geldi bir an için dedektif. Ve
sekreterin düşüncesini doğru çıkaracak şekilde gülümsedi.“Hepsi bu mu?
Bakın bayan ben bir okulun yılsonu ödevinden bahsetmiyorum, bir koltuğun
insanları öldürmesinden bahsediyorum...”O arada bu anı bölmek için
özellikle aranıyormuşçasına telefon sesi yükseldi. Dedektife yüzünü
buruşturduktan sonra genç sekreter telefona yöneldi. Üst görevlilerden
biri arıyor olmalıydı ki sürekli karşısındakinin söylediklerini
onaylıyor ve bir şekilde işi çözüceğini söylüyordu.“Pekâlâ” dedi genç
sekreter telefonu kapattıktan sonra.“Dinliyorum”“Bu davadaki yardımcınız
olarak benim görevlendirildiğimi söylüyorlar”Dedektif şaşkın şaşkın
güldü. O an sekreter bu adamın diğer insanlar gibi gülebildiğinin
farkına vardı.“Mükemmel bayan ama benim bir yardımcıya ihtiyacım
yok”“Dedektif hayatımda tek hayalim bu davada sizin yardımcınız olmak
değil bilmem farkında mısınız?”“Lanet olası FBI görevlileri” diye
düşündü genç sekreter. Her zaman polislerden daha üstün olduklarını
düşünürler.“Bakın bayan bende yardımcı kullanmam. Her neyse bir telefon
konuşması yapmalıyım”Dedektif pda telefonunu çıkardı. Neredeyse hiç
bakmadan rehberden numarayı bulup aradı. Kütüphane raflarının arasında
kitap karıştıran yâda öyleymiş gibi davranıp rafların ucundaki mine
etekli sarışın genç kızı dikizleyen elli yaşlarında bir adam telefona
cevap verdi.“Jilben Ponton”“Hey yaşıyor musun sen?”“Elbette dostum Rock n
roll”Dedektifin yakın arkadaşı olduğu belliydi. Sekreter herhalde böyle
rahat konuştuğunu görseydi yardımcısı olmanın pekte fena fikir
olmayacağını düşünürdü.“Dostum şu dava için aradım buradaki sekreter
yardımcım olmak üzere görevlendirildiğini söylüyor. Ama lanet olsun ki
ben tek çalışırım.”Karşıdaki ses şimdi ciddi bir tonla konuşuyordu.“Bu
kez değil Jordan.”“Aman tanrım hadi ama yapma bu işi iptal edebileceğini
biliyorum. Bu benim davam.”“Hayır, hayır Jordan dinle bak sekreter
seninle birlikte çalışacak tamam mı? Sorun çıkartmayacak merak
etme.”“Anlamıyorsun…”Telefondaki ses dedektifin sözünü kesti.“Konu
kapandı dostum. Burada ne yaptığımı sanıyorsun? Dans ettiğimi falan mı?
Kapat telefonu meşgulüm.”“Hey …?”Dedektif cevap alamadı. Adam telefonu
çoktan kapatmıştı.Telefonu cebine koyduğunda sekreterin yanında
gülümsüyor olduğunu gördü ve şaşırdığını belli etti.“Nerden başlıyoruz
dedektif?”Dedektif sekreterin bu cesaretine gerçekten şaşırmıştı. Ama
yapabilecek bir şeyi olmadığından susmakla yetindi. Sekreterin bu
cesareti ve cüreti telefon konuşmasını dinlediğinden dolayı kazandığını
düşünüyordu. Bir kez daha şansını denedi genç
sekreter…“Dedektif?”Dedektif aniden karar verdi. Ve odadan hızlı
adımlarla çıkarken yardımcısına seslendi.“Gel benimle”Washington
Hapishanesi öğleden sonra. 2.30E bloğundaki görevli memur her
zamanki gibi aynı saatte işine başlamıştı. Eve gidince sıcak çikolata
içmeyi ve en sevdiği program olan programını seyretmeyi düşünüyordu.
Bloğun bu salonunda aslında temizliğe ihtiyaç var mıydı bilmiyordu. Ama
onunu görevi bunu sorgulamak değildi. Sadece mavi kovasını alır her öğle
yemeğinden sonra üst katları bitirir ve E bloğunun son salonuna gelir
temizliğe başlardı.Hapishanenin bu bölümünde tek bir hücrede mahkûm
vardı. Ve genellikle konuşmazdı. Görevliye bakardı. Temizliği en ince
ayrıntısına kadar seyrederdi. Oturduğu yatağından neredeyse hiç
kıpırdamadan yapardı bunu. Hizmetli de onun bu ilgisizliğine ilgisizce
karşılık verir asla yüz yüze gelmemeye çalışırdı. Bir keresinde
gardiyana öylesine sormuştu neden ceza evinde diye; ve gardiyandan
dinlediklerinin ardından yaşlı adam mahkumdan aşırı derecede korkar
oldu.
“Derisinin içine girmiş” “Nasıl
yani?”“Ustalıkla yüzmüş ve kendi derisinin üzerine yapıştırmış bununla
ilgili bir film izlemiştim…”Memur zemini parlatırken bir kez daha
yankılandı aniden kafasında gardiyanın söyledikleri ve ayığını
dikkatsizce kovaya çarptı. Mahkûm gözlerini birden derinlemesine açtı.
Umarım fark etmemiştir diyordu yaşlı hizmetli ama fark etmişti. Bir ara
bakışlarını fark ettirmeden mahkûma doğru yöneltti. Bir yandan da
yerleri paspaslamaya devam ediyordu.Mahkûm yaşlı adamın korkusunu demir
parmaklıklar ardından hissedebiliyordu. Ve hissettirdiği bu korkudan
dolayı farklı bir mutluk duygusu hissediyordu. Sinsiydi bu mutluluk,
karmaşıktı. Gözlerini iyice açtı ve yaşlı hizmetlinin gözlerinin içine
aniden yöneltti. Bu birkaç saniye içinde yaşlı hizmetli gözlerini
mahkûmdan alamazken mahkûm ağzını tümüyle açıp yüksek sesle hırladı.
Yaşlı adam geriye doğru korkuyla sıçradı. Sol ayağının arkasında duran
kovaya takılıp yere düştü ve acıyla inledi.Mahkûm sakince gözlerini
kapattı ve yatağına uzandı. Yaşlı adam yerden kalkmaya çalışırken
içinden“Lanet olası Tommy Gloser” diyordu.Dedektif son model Audi’sinin
kapısını ilk kez bir bayan için açtı. Sekreter her dakika bu adama daha
çok şaşırıyordu. Yaptığı hiçbir şey diğerini tutmuyordu. Önce yanında
onu istemediğini söylemesi ve sonrasında ona arabanın kapısını açması…
Bu davanın başına bela olacağını biliyordu aslında.“Buyrun
bayan”“Teşekkür ederim dedektif”Önden dolaşıp sürücü koltuğuna geçen
dedektif hemen cd çalara yöneldi. Sekreter ne yapıyor bu demeye kalmadan
Michael Jackson’ın şarkısı bütün arabayı titretmeye başladı.Sekreter
boğuk gelen bir sesle konuştu. “Ne yapıyorsunuz dedektif?”“Seni
duyamıyorum ne?”Genç kadın CD çaların sesini kısmak için elini
yöneltmişti ki dedektif elini tuttu. Sonra bırakıp sesi azalttı.“Burası
benim arabam, benim dinlemek istediğim müzik ve benim dinlemek istediğim
ses seviyesi bunu bir daha deneme bayan”Sekreter o zaman resmiyeti
bıraktı.“Tanrı aşkına! Nesin sen? Gerçekten dedektif olduğuna emin
misin?”“Ne yani dedektifler müzik dinleyemez mi?”“Ah elbette
dinleyebilirler bayım unut gitsin. Öyle ya boş zamanlarında da sahne
alıyor musun? Merak ediyorum.”“Çeneni kapat. Bu bir
emirdir”“Emredersiniz efendim” sekreter gülümsüyordu. Yanındaki adam tam
bir kaçıktı ve onunla birlikte çalışacaktı. Dedektif tekrar elini ses
düğmesine götürdü fakat bu kez de sekreter elini tuttu.“Peki, şimdi
nereye gidiyoruz efendim?”“Ah, birincisi bana Jordan de. İkincisi soru
sorma”Sekreter bu adam istifa dilekçemi imzalamama yardımcı olacak diye
düşündü. Yükselen şarkının sesiyle siyah Audi tekerleklerinin izini
bırakarak otoparktan ayrıldı.Hapishane müdürü George Purge’yi yıllardır,
da bu işi yapıyordu. Çok saygın bir mesleği olduğuna inanırdı bunun.
İnsanları ıslah etmek konusunda da kendini bir otorite olarak kabul
ederdi. Belki de öyleydi. Evinde eski bir elektrikli sandalyeyi dekor
olarak tutması onun bu konudaki özverisinin büyüklüğünü açıkça ifade
ediyordu. Bu sandalyeden sadece bazı özel dostlarının haberi vardı.
Çalışma odasında duruyordu. Elbette ki sandalye çalışmıyordu ama
geçmişte çalışıyor olduğunu kanıtlar gibi duruyordu.Hızlı adımlarla
dedektif ve yardımcısı kapıdan geçtiler. Her adımlarında
kararlılıklarını ve istemeden de olsa ortaklıklarını görmek mümkündü.
Girişteki memura kimliklerini gösterip içeriye hızlıca girmişlerdi.
Demir kapıların açılışını beklerken bile sıkılıyordu dedektif.Müdürü
görmek üzere sağ koridora yöneldiler. Genç sekreter dedektifi bir adım
geriden takip ediyordu. Bir saniye sonra ne yapacağını bile tahmin
edemeyeceğini düşünüyordu. Odanın kapısına geldiklerinde dedektif
yardımcısına dışarıda beklemesini gerektiğini düşündü. Ama sonradan
vazgeçti, ne yaparsa yapsın bu davada onunda görev alacağını biliyordu.
Çünkü ponton öyle demişti.İçeriye girdiklerinde George Pourge masasında
oturmuş her zamanki gibi sade kahvesinin dumanını ince ince hissediyor
ve bununla bir meditasyon yaparmış gibi kendini geriye doğru
yaslıyordu.“Merhaba FBI Jordan Miller dedektif” kimliğini
gösterdi. “Merhaba dedektif” gözlerini sekretere yöneltti.“Sandra Faris
cinayet masası” demekle yetindi sekreter.Dedektifin kendine özgü farklı,
aykırı tavırlarından dolayı sekreter kendini rahat hissetmiyordu. Her
hareketini korkaklıkla yapıyor yanlış bir şey yapmaktan çekiniyordu.
Daha önce hiç yardımcı olarak görev yapmamıştı bir dedektife. Sadece
ekip çalışmalarında bulunmuştu. Kendide şaşırıyordu böyle bir davada bu
boyutta bir göreve bir sıradan bir sekreterin atandığına. Böyle bir
durumu görmek bir yana duymamıştı bile hiç. Öyleyse o sıradan bir
sekreter değildi.“Memnun oldum bayan, sanırım kim olduğumu söylememe
gerek var mı, bilmiyorum? Genelde polisler ve dedektifler buraya adımı
duyarak gelir.” Dedektif müdürü ukala bularak konuşmaktan
çekinmedi.“Anlaşılan bu kez bir istisna olmuş”Müdür temkinliydi.“Ah hadi
ama dedektif burası sorgu odası değil öyle değil mi? Oturunuz lütfen
sakin olun”“Fazla kalmayacağız bayım. Koltuk davası için geldik”Müdürün
yüzü bir anda deyişti. Ciddi bir tavır aldı.“Tommy Gloser değil
mi?”“Evet”“Lanet olası adam, istediğinizi yapın gardiyana sizi hücresine
götürmesini söyleyeceğim.”“Pekala, görüşmek üzere bayım…”“George” dedi
müdür. “George Pourge”Dedektif sözünü tamamladı. “Görüşmek üzere bay
Pourge2Müdür gülümseyerek karşılık verdi.“Gidelim”Tommy Gloser hala
uzanıyordu ve kendi kendine düşüncelere dalmıştı. Bir ara buradan
çıkarsam dedi kendi kendine... Bilmiyorum. Yine içinden bir ses sordu.
Amaçsızca karşılık verdi içindeki sese. “Şimdilik bir şey olmayacak
sadece kan içmek istiyorum”...
Düşüncelerini
mermer zeminden tüm koridora yankılanan ayak sesleri böldü. Tommy Gloser
duymazdan geldi. Uyumak istiyordu. Ama az sonra dedektif ve yardımcısı
karşısında duruyordu. Yaşlı adam uyuyormuş gibi yapmaya devam etti.
Dedektif gardiyanı gönderdikten sonra yükseksesle konuşmasına
başladı.“Bakın burada kim varmış...” Gloser söylediklerini duyuyor ama
dedektife cevap vermiyordu.“Kalksana aşağılık herif karını öldürürken de
bu kadar üşengeç miydin? !”Tommy Gloser yavaşça doğruldu. Şimdi
yatağında oturuyordu. Sinsi bir ses tonuyla konuştu. Her an
saldıracakmış gibiydi“Aaow dedektif tatbikide hayır, öyle olsaydı
derisini nasıl yüzerdim. Ah üzerimde nasılda güzel durmuştu. Tabi o
zamanlar daha gençtim gençken insana her şey yakışıyor öyle değil mi
bayan ?”Sekreteri gözüne kestirdi. Genç kadın birden irkildi. Rüyadan
aniden uyanmış gibiydi. Dedektif sekreterin bocalayıp açık vermesini
engellemek için hemen lafa girdi.“Sesini kes Gloser! Konuşman
gerekenleri konuş”Bu cümle sekreterinde dedektifinki gibi otoriter bir
tavır almasına olanak sağladı. Mahkum bu sert çıkışına gayet sakin yanıt
verdi. Mutluydu...“Sizi dinliyorum bayım”“Bak sana ne diyeceğim, seni
burada öldürüp rahatça dışarı çıkabilirim aşağılık herif. Cesedin
çürüyene kadarda buraya kimsenin gelmemesini sağlarım. Koltuk davası
için burada olduğumuzu biliyorsun bize yardım edeceksin.”Mermer zeminde,
yatağının yanında dolaşmaya başladı yaşlı katil. Ellerini arkasında
birbiriyle buluşturdu. Sol gözüyle bir saniyelik bir bakış attı
sekretere kafasını çevirmeden... Yere baktığını gördü. Kendi kendine
güldü. Nefret dolu bir nefes çekti burnundan ve verirken de tüm içinde
öldürmek ve kan kelimelerinin canlandırmış düşünüyordu sanki. Üzerindeki
ince kumaştan elbiseleriyle bir evsiz gibi görünüyordu. Mavi renkteki
solgun bir hapishane tulumuydu kıyafeti ve onun altında yakası açık olan
tulumdan gözüken beyaz tişörtü vardı. Soluk vücuduyla uyumluydu. En
çokta yüzü onu gerçekten suçlu gibi gösteriyordu. der gibiydi bu
ifade. Yer yer dökük beyaz saçları yaşına rağmen uzundu. Sinsice
gülümsemesini tamamlıyordu bu saçlar. Geçmişinde yaptığı her şeyden
gurur duyuyuyor ve sanki bu yüzden attğı her adımda kendisine saygı
duyulması gerektiğini düşünüyordu. O isterse her şey yok olacak o
isterse herşey var olacaktı. Tanrıya inanmıyordu sanki. Çünkü tanrı ona
göre şeytandı. Kötülüğün simgesi olduğunu düşünüyordu. Kan ve ölüm onun
için kutsaldı. Daha fazla öldürmedikçe bir işe yaramadığını
düşünüyordu.Bir kaç adım daha attıktan sonra yatağına oturdu.“Koltuk. Ne
koltuk ama...”“Evet, gerçekten müthiş bir şey” dedi dedektif. “Karını
öldürdükten sonraki en büyük olayın” diye de ekledi“Öyle olmalı”“Pekâlâ,
o koltuk sana nerden geldi nerden buldun onu?”Aslında katilin kendisine
vereceği cevabı tahmin ediyordu. Davanın dosyaları geçen gece evinde
çalışma masasında incelerken görmüştü. Bu soruya bir yıl boyunca hep
aynı saçma cevabı vermişti Gloser. “satın aldım” demişti.Ve ifadesinin
devamını gözlüğünü çıkararak okumuştu dedektif o gece...Yargıç jüri
üyelerden birinin aniden yerinden ayağa kalkıp “Öyle ya aşşağılık herif
bu koltuklar New york alışveriş merkezinde satılıyor, insanları vahşice
öldürmek isteyen herkes bir tane sipariş verebilir, bir siparişte sizin
için verilmeli!”Böyle bir koltuğu satın alamayacağını herkes biliyordu
ama Tommy Gloser sadece bunu diyordu. Devamında dedektifin okuduğuna
göre mahkemede akıl sağlığının yerinde olmadığını gösterecek hareketler
ve sözler sarf etmişti. Fakat birçok jüri üyesinin sinirli ve sert
sözleri yüzünden Gloser’ı kaçtığı akıl hastanesine tekrar geri dönmemesi
kararını vermişti yargıç ve hapisle cezalandırılmasına karar
verilmişti. Çünkü birçok jüriye göre Tommy Gloser bilerek böle yapıyordu
önce akıl hastanesine gidecek ve oradan tekrar kaçacaktı.Ve dedektif
tahmininde yanılmadı şu anda da aynı cevabı verdi yaşlı adam “satın
aldım dedektif bir silah gibi”
1990 YILINDAN BİR
HİKÂYE: İNSAN DERİSİBölüm:1Aslında her şey çok güzeldi. Her şey o kadar
güzeldi ki bir parça kan bulaşsa Tommy’nin eline ketçap sanardı...1990
yılında Gloser çifti evliliklerinin beşinci yılındaydılar. Ve tanrı
biliyor ya Bayan Gloser çok iyi bir eşti. Tommy’de öyleydi elbet.
Karısını seviyor ve saygı duyuyordu. Ama bunu sinirli olmadığı zamanlar
yapıyordu. Denver yakınlarında oturuyorlardı. Şehre iki mil uzaklıktaki
kasabada. Tommy bir temizlik şirketinin muhasebesini tutuyordu. Çok
fazla çalışmayan bir şirketti bu ama yinede Tommy ve Jane rahatça
yaşamlarını sürdürüyorlardı. Ta ki o gün gelene dek.Her zamanki gibi
Tommy saat yedide şirketten ayrılmış evine dönüyordu. Oldukça hızlı
kullanıyordu chevroletteini. Muhasebesini tuttuğu temizlik şirketinin
patronuyla kavga etmişti. Zaten muhasebeden nefret ediyordu. Asla
finansman konusunu sevmezdi. İşinin bitmesi için tanrıya yalvarırdı.
Kahve üstüne kahve içer, çoğu zamanda tekrar tekrar yapmak zorunda
kalırdı işleri yanlış yaptığı için. Onu sinir eden tek şey muhasebeden
başka bir gelir kaynağı olmayışı ve evli olduğu için bu işe muhtaç
olmasıydı.Babasının dediği gibi “Taşrada çiftlik mi süreceksin Tommy?
Bunu yapanlara şehirde ne derler bilir misin?” devamı gelmezdi. Babası
hiç bu lafını tamamlamazdı. Soru işareti olurdu hep sonunda bu cümlenin.
Babası da kasabada büyümüş bir çiftçiydi. Ve Tommy’nin çiftçiliğe
özenmemesi için elinden geleni yapıyordu. Önceleri doğaya karşı ilgi
duysa da sonrasında Tommy babasının baskılarına dayanamadı ve vazgeçti.
Sevmediği okulunu, sevmediği arkadaşlarını, sevmediği mesleğini elde
etti. Ve şimdide arabayı kullanırken bütün bu düşünceler öylesine
kafasından kısaca geçti. Sinirliydi, sinirli ve sinirli. Bir ara
babasının yaşıyor olmasını istedi.
“Taşrada
çiftlik mi süreceksin Tommy bunu yapanlara şehirde ne derler bilir
misin?” beyninde tekrar tekrar yankılanan bu cümleye sertçe karşılık
verdi.Eve yaklaştıkça tartışacağı bir insan arıyordu. Karısını düşündü
ona sinirlenecek bir şeyler bulmalıydı. Ne yazık ki bulamadı. Bunun
üzerine sinirlenecek bir şeyler bulamadığı için sinirlendi. Ama eve
vardığında biraz sakinleşmişti. Karısı sıcak bir gülümsemeyle karşıladı
onu. Bayan Gloser ancak bu kadarını yapabilmişti. Birazda utangaçtı
aslında ama durumu belli etmediği için kendine minnet borçluydu. diyordu
kendi kendine. Ama fark etmişti Bay Gloser. Oturma odasından geçerken
gözü arka kapıya öylesine kaymıştı ve görmüştü karısının sevgilisini.
Tepki bile vermeyişi öylesini mutlu ediyordu ki karısını. Ucuz atlattık
diyordu.Koltuğuna oturdu Tommy ve karısından yiyecek bir şeyler
hazırlamasını istedi. Jane başından giderse karısının kiminle onu
aldattığını düşünüp o adamı tanıyabilecekti. Adamı yandan gördüğü için
tam olarak kim olduğunu anlayamamıştı. Hırsla düşünüyordu.Tommy
aldatıldığından o kadar emindi ki bunu sorgulamadan şimdi o kadına ne
yapacağım diye düşünmeye başlamıştı bile. Jane ona deliler gibi âşık
olan Jane nasıl yapardı bunu?Hayır, saçmalıyordu Jane böyle bir şeyi
yapamazdı. İyi ama o adam kimdi? Neden arka kapıdan sinsice çıkıp
gitmişti. Evet aldatıyordu! Aşağılık sürtük bunu yapıyordu!Oturduğu
yerden kalktı hırlayarak nefes alıyordu. Önündeki sehpanın önünde bir
bıçak olsaydı Jane bu kadar acı çekmezdi onu hemen mutfağa gider ve
bıçaklardı. Ama bu şüphe ona daha fazlasını yaptırmak için sürekli
büyüyor ve gülümsüyordu... Birinci bölüm sonu... bunu demişti Gloser her
zamanki gibi.Saatine baktı dedektif 2.50’liydi. Masanın üzerindeki
kâğıt ve dosyaların üzerine koydu başını. Masa lambası kor kadar
sıcaktı. Kapattı ve karanlıkta uykuya dalmayı bekledi. Hala koltuk ve
Gloser düşünceleri beyninde bir karmaşaydı. Yapacağım diyordu bu davayı
çözeceğim mutlaka! Ya başaramazsam ama? Evinin sessizliği cevap verdi
buna. ... Uyudu.
Telefonun sesiyle zorlukla gözünü
açtı dedektif. Mick Jagger’ın sesinden hemen önce boğuk bir
elektrogitar sesi gelmişti. Boynunda ve sırtında hissettiği ağrılara
karşı koyarak geriye doğru yaslandı ve telefonu açtı.“Alo”“Jack Qluzo
üçüncü sınıf jandarma”“Canın cehenneme ponton saat sabahın altısı. Karşı
duvardaki metalik gri saate takılı kalmıştı gözleri”“Hah iyi o zaman.
Bak ne diyeceğim yarım saat sonra Jack’ın restoranında buluşalım. Tamam
mı? Ne dersin kahvaltı ve ekstra bira benden”“Kulağa hoş geliyor” sesi
hala uykuluydu.“Qluzo dünyanın en iyi dedektifi”Bu cümleyi bir komedi
filminden almıştı. Birlikte izledikleri filmden hep alıntılarla
şakalaşırlardı.“Bu gün hava ne kadarda güzel böyle. Umarım havalar hep
böyle güzel kalır (yine filmden bir replik) bekliyor olacağım ponton
görüşürüz”“Görüşürüz” diye karşılık verdi dedektif ve masanın üzerine
bıraktı kendini…Restorana ilk gelen her zamanki gibi dedektif olmuştu.
Her seferinde arkadaşı geç kalmakta ısrarcıydı. Garson kız dedektifin
kahvaltısını servis yaparken gözlerini kapatmamak için kendini zor
tutuyordu. Kapıda adamın görünmesiyle dedektifin dudaklarında küçük bir
gülümseme yayıldı. “Gel bakalım yaşlı dostum otur şöyle”Adam
gülümseyerek karşılık verdi ve karşısına oturdu. "Ee yaşlı korkak..
Nasıl gidiyor dava. Dosyayı elinden bırakıp tuvalete gidecek kadar zaman
bulabiliyor musun?"“Beni nasıl bir pisliğe bulaştırdığının farkında
değilsin, adam koltuğu satın aldığını söylüyor hah tanrım”“Öncelikle bu
işe kendin bulaştın, her şeyi yaparım çözerim edasıyla giriştiğin
işlerden biri FBI daki dosyalar bitti sanki de birde polislerinkine
bulaştın, adam doğru söylüyordur belki de nerden biliyorsun.”“Saçmalama
böyle bir koltuğu nasıl satın alabilir?”Adam eğilerek ciddi bir biçimde
dedektife sordu. “Peki, başka alternatif var mı?”Dedektif anlamadığını
ifade eden bir şekilde kaşlarını kaldırarak başını hafifçe
çevirdi.“Anlasana aptal adam koltuğu kendimi yaptı sanıyorsun tabi ki
satın aldı. Bu koltuk bu iş için geliştirilmiş olmalı. Tabi işin içinde
birde adamın statüsü var. Adam Freedom bankasının sahibi olduğunu
söylüyor ve milyon dolarlarla oynuyor. Birileri para için bu işi yapmış
olamaz mı? Ve Gloser satın almış?”Dedektif düşünceli düşünceli ağzına
bir lokma daha attı. “İyide koltuğun durumu ortada böylesine yüksek bir
teknolojiyi kim nasıl yapmış olabilir. Bu yıllar alır.”Adam cevap
vermedi. Gözlerini duvarda asıl olan tablolara doğru çevirdi. Anlamsızca
bakıyordu. Eskiz bir çerçeveye konulmuş yoğun renkli bir hokkabaz
tablosundaydı gözleri. Gülümseyen ve yamalı elbiseli hokkabaz tek
tekerlekli bisikletinin üzerinde kukaları çeviriyordu. Daha dikkatli
baktı adam ve sonra gülümsedi. İşine yarayacak olan fikir aklına
gelmişti. Çünkü hokkabaz çekik gözlüydü…
1990
YILINDAN BİR HİKÂYE: İNSAN DERİSİBölüm:2Tommy sanki her şeyi önceden
planlamış gibi hareket edecekti. Her sabah yaptığı gibi evinden çıktı.
Akşam Jane'in tüm ısrarlarına rağmen birlikte olmamıştı onla,
iğreniyordu sanki ondan gece boyu sırtında soğuk bir esinti hissetmiş ve
düşünmüştü. Aslında sağlıklı düşünemiyordu. Her şeyden daha büyüktü
içindeki öfke. İşine hayatına ve çocukluğuna ait bütün kızgınlığının
odak noktası olmuştu şimdi Jane. Buna bir son vermeliydi ve verecekti.
Olayları gerçek mi hayal mi ayırt edemiyordu sanki. Kafasında her bir
ayrıntı iç içe geçmişti. Babasının yaptığı gibi ayrıştırması
gerekiyordu. Paramparça etmeliydi. "Elbette Tommy ayrıştırmalısın,
paramparça etmelisin Tommy, bir daha tekrarlamama gerek yok değil mi
Tommy ?" Yoktu elbette yoktu. Arabasına bindi her zamanki gibi ilk
yaptığı şey teybi açmak oldu. Evinin önünden uzaklaşarak çevre yolundan
yukarıya doğru ilerledi. Görünüşe göre işe gidiyordu. Sonunda gitti
dedi Jane beklide her şeyi anladı, o yüzden bu sinirli tavırları. Bu
soğukluğunu bahane edip belki kavga çıkarır ayrılırım diye düşündü. Ama
bunu gerçekleştiremeyeceğini bilmiyordu. Az sonra genç adam kapıdan
içeriye girdi. Yasak aşkı onu yatak odasında bekliyordu. Adam bir şişe
şampanya almıştı. Kapı açık olduğundan içeri girip, yatak odasına doğru
çıktı. Sevgilisi içerde üzerini değiştirirken onu fark etmiyordu. Adam
birden Jane’ni omuzlarından yakaladı. Jane küçük bir çığlık attığında
gelenin sevgilisi olduğunu anlamıştı ve hoşuna gitmişti bu ani süpriz.
Elindeki içinde şampanya olan kese kağıdını yatağın üzerine bırakan genç
adam Jane’nin dudaklarına yapıştı hemen. Omuzlarını boynunu hırsla
öpüyordu. Genç kadın iç çamaşırlarıyla olduğundan vücudunun sıcaklığını
hemen hemen hissediyordu. Südyenine kadar inen genç adamın dudakları
şimdi Jane’nin südyenini ısırıyor ve çekiştiriyordu. Jane’de kafasını
önüne eğmiş genç adamınkiyle birleştirmişti ki tam bu sırada kafasına
vurulan bir beyzbol sopasıyla yere yığıldı. Genç adam noluyor demeye
kalmadan ikinci bir darbede ona geldi. Bu vuruş öylesine sertti ki kafa
tasları neredeyse çatlamış başlarının derisi tamamiyle içine
göçmüştü. Ve vurulan yerde derin bir oyuk oluşmuştu. iki insanda yerde
baygın halde yatarken henüz bunun bir başlangıç olduğunu kimse
bilmiyordu.“Bu ne demek oluyor?” diye sordu dedektif. Yaşlı adam
yanıtladı.“Anlasana, koltuk Japon yapımı olabilir. Teknolojisini düşün
böylesine müthiş bir teknoloji ancak onlar tarafından
yapılabilir.”“İyide neden, neden, neden? Neden biri koltuk insanlara
işkence yapmak için üretiliyor. Tam olarak kim üretiyor. Nasıl
üretiyor.?”Genç sekreter elinde kahvesiyle birlikte geldi ve masaya
oturdu. “İşkence evet. Doğru kelime efendim. Orta çağda engizisyon
mahkemeleri tarafından yapılırdı. Ve bir çok kez işkence için çivili
koltuklar kullanıldı. Yargınalanan suçlular bu koltuklara bağlanırdı.
Bazıları ayaklarını ve ellerini kırmak için dizayn edilirdi.”Dedektif
şaşkınlıkla bakıyordu. “Tanrım sen de nerden çıktın.”Güzel kadın
gülümserken kahvesinden bir yudum aldı ve yaşlı adama doğru göz
kırptı. “Aldırma Jordan ben çağırdım”Dedektif önemsemeyerek sordu.
“Pekala , diyelimki bu koltukta orta çağ avrupasından esinlenerek
yapılmış bir araç olsun. Ve birini öldürmek için yada işkence için
yapılmış olsun. Peki böylesine büyük bir teknoloji kimi öldürmek için
yapılabilir ki?” Bir ara bir sessizlik oldu. Belki on beş saniye kadar.
Ama bu mantıklı bir “işte buldum” diyebilmek için yeterli bir süreydi.
Ve bunu diyen şaşırtıcıdır ki sekreter oldu. “Şimdi anladım.” Bira
bardağını dudağına götürüyordu ki masaya geri bıraktı dedektif. “Ne? Ne
anladın söyle” Sekreter gerçekten işe yarar birşeyler düşündüğünü belli
eden bir tavırla anlatmaya başladı. “Bu koltuğun ne için yapıldığı çok
belli. Politik bir mesele için yapıldı elbette. Dünyanın bir yıl önceki
siyasi krizini ve hala şu anki etkilerini biliyorsunuz. Devlet
bakanlarının birbiryle olan çatışmalarının en yoğun olduğu dönemdi. Ve
ayrıca avrupa ve amerikanın birbiriyle çatışma içerisinde olduğu siyasal
konularda vardı. Japon büyük elçisinin öldürülmesi ! ...”Sekreter
konuşmasını tamamlayamadan Jordan Miller atıldı. “Evet, Türkiye’deki
olay. Bir grup teröristin Japon Büyük elçiliğine yaptığı saldırı.
Hatırladın mı dostum geçen yıl temmuz ayında olmuştu.”Karşısındaki adam
büyük derin bir düşünceye dalmıştı. Başını önüne eğmiş ve söylenen
herşeyi zihninin süzgecinden geçiriyordu. Hatırlamıştı elbette. O
tarihte times gazetesinin baş sayfada verdiği haberi nasıl unutabilirdi.
dedi kendi kendine. İstanbul. Ve bir çocuğun gülüşünü hayal etti
zihni. Ne kadarda mutlulukla gülüyordu...“Hı... ne evet evet hatırladım
tabiki Jordan gitmeliyiz. Eğer söylediğiniz olayla bir alakası varsa bu
çok büyük bir konu olur ve bir savaş bile çıkabilir tanrı aşkına
delirdiniz mi siz?”Sekreterin konuşmasına fırsat vermeden atıldı hemen.
“İyi ama olanlar gerçek . sonra ne olmuştu hatırlıyor musunuz?”Sekreter
zihnini yokladı. O gün çalışıyordu ve bunu akşam evine gelirken otobüste
cep telefonundan öğrenmişti. Ertesi günü anımsamaya çalışıyordu. Sonra
ne olmuştu?..
...Ve büyük elçiliğe yapılan bu
talihsiz saldırının, hibe yardımıyla bir ilgisi olup olmadığı
tartışılırken. Japon başkanı bunun iki ülke için bir sorun teşkil
etmediğini yardımların projeleri desteklemeye devam edeceğini belirtti.
Sayın seyirciler ayrıca gelecek ay ülkemizi ziyarete gelecek olan
Japonya başbakanı Yasuo Fukuda ülkemizdeki terörü lanetlediğini
bildirdi....Sekreter hatırlayamadı. Ama dedektif birşeyler bulmuştu.
“Tanrı aşkına başbakan istifa etmişti. Hatırlasınız ya, iyide koltukla
ne alakası olabilir....?”..Sayın seyirciler yine gündemimize ilginç bir
haberle başlıyoruz. Geçen ay yaşananlardan sonra ülkemize gelen Japonya
Başbakanı Yasuo Fukuda başbakanımıza son teknolojilerle donatılmış bir
masaj koltuğu hediye etti. İlgi çeken bu hediyenin ardından başbakanın
yaptığı açıklamada, mutluluk duyduğunu belirtti.“Jordan, Sandra,
haberleri araştıralım. Belkide haklısınız bu olayla bir ilgisi olabilir.
FBI binasına gidiyorum. Sandra sende polis merkezine git ordanda
birşeyler bulabilirsin. Onların kayıtlarını incele bir saat sonra
buluşalım.”“Pekala eğlence zamanı çocuklar” dedi dedektif ve masaya
bıraktığı elli dolardan sonra dostuna gülümseyerek kalktı ve birlikte
oradan ayrıldılar...
Washington hapishanesiYavaşça
gözlerini açtı hücredeki adam. Hücresinin bulunduğu kolidorun
karşısından gelen güneş ışğının azda olsa aydınlattığı yatağından
doğruldu. Sağındaki ve solundaki duvara sanki onlarla konuşuyormuş gibi
baktı birer kez. içinden geçirdiği bu düşünce sonrasında gülümsedi.
Karısından duyduğu cümlelerdi bunlar. “Düşün Tommy bulabilirsin. Evet
evet başka neler demişti? Ağlarken birşeyler söylemişti sanırım değil mi
Tommy?” Kendi kendine sorduğu bu soruyu kendi yanıtladı. bir daha soru
sormadı kendine. Çünkü bu bilmiyorum deyişi “şimdi bununla ilgilenemem”
anlamına geliyordu. Başı biraz ağrıyordu ve sıkılıyordu. Hücrede olmak
sorun değildi onun için düşüncelerini kapalı kutularda saklayan biri tek
bir odaya kapatıldığında tek tek o kutudan yaptıklarını ve hayal ettiği
psikolojik çöküntülerini sakladığı yerden çıkarır hayatını kolaylıkla
yaşardı. Psikopat denilmişti onun için birkaç kez. Bu aklına geldi ve
güldü. Bir psikopattı gerçekten. Diğerleri gibi uydurma yada sahte bir
psikopat olmadığına seviniyor ve bununla gurur duyuyordu. İnsanların bir
kısmı sadece kendine zarar verdikleri için isimlerini psikopata
çıkarırlardı. Oysa gerçek psikopatlık kendine değil başkalarına zarar
vermekti...
Uzun kolidoru geçerken hapishane
müdürü sırf bu kolidordan göründüğünü gazetecilerden duymamak için
gardiyanlara verdiği paraları düşünüyordu. Acaba onlara vermek yerine o
parayla birinci sınıf bir tatil yapabilirmiydi. Bilmiyordu. Gözlüklerini
çıkarıp camını gözlük beziyle sildikten sonra bezi cebine koydu ve
demir kapıyı açan gardiyana yüzsüzce bir selam vererek kapıdan geçti.
Yüzssüzce bir selam diyordu buna gardiyan, çünkü belkide öyleydi. Rüşvet
yemenin bu kadar namusluca olanı ancak ona özeldi. Hem rüşvet alıp
hemde aldığı kişiyi övmemesi onun kutsanmış biri olduğunu ifade ediyordu
onun için. Müdür son kapıdanda geçtikten sonra nihayet Tommy Gloser’ın
bulunduğu hücreye geldi. Gardiyan hücrenin karşısında duran müdüre
hemen bir iskemle getirdi. Başını gardiyana döndürme gereği bile
duymayan bir otoriteyle oturdu müdür sandalyesine. Işıklar kapatıldı.
Şimdi sadece hücreye gelen güneş ışğı aydınlatıyordu salonu. Kapılar
kitlendi. Müdür sırtını duvara yaslamış yatağının üzerinde oturan başı
öne eğik adama bakıyordu. İçinden “hey “ diye seslenmek geçiyordu. Ama
elli milyon dolar aldığı birine böyle birşey diyemezdi. “Ne zaman
çıkacağım?” ses tonu sıkıldığını belli ediyordu. Sanki eskimişti vücudu
ister istemez bu hücrede. Ve buna sinirlenip bir insanı küvetine saç
kurutma makinesi atarak öldürebilirdi. Bunu yaparkende güzel bir
gülümseme saçardı etrafına. “Tommy Gloser” dedi müdür. “Bu gün
hapishaneden ayrılacaksınız.” Gülümsedi karşısında duran mahkum. Sonunda
zamanı gelmişti. “Sizin için bir araba hazırlandı. Mahkum taşıma
aracına biniceksiniz. Gardiyan kostümü giyip arabayı kullanarak
hapishaneden ayrılacaksınız. Doğu yolunun ilersindeki bir benzinlikte
siyah bir mercedes ve torpido gözünde elli bin dolar var. Arabanın
anahtarı mahkum arabasının torpido gözünde. Mahkum arabasını benzinlikte
bırakıp diğer arabaya geçersiniz. Sizi başka bir kişi orada bekleyecek.
Üzerinize uygun takım elbise ayarladık. Aracın içinde elbiseleri diğer
kişiye teslim edersiniz oda arabaya binip geri döner.” Tommy Gloser
müdür anlattıkça gururlanıyordu. Çok iyi düşünmüşlerdi. Ancak böyle bir
şekilde kaçabilirdi zaten oda bu hapishaneden. Herşeyin kusursuzluk
planını hazırlamışlardı diyordu kendince. Herşey hazırsa o zaten
hazırdı. Müdür konuşacakları bittiğinde ayağa kalktı ve gardiyan bununla
beraber iskemleyi aldı. Gözlüklerinin camını bir kez daha silerken
kolidora doğru ilerledi ve salondan çıktı.
1990
YILINDAN BİR HİKÂYE: İNSAN DERİSİBölüm: 3“Bırak beni Tommy, bırak
ikimizide. Herşey için üzgünüm.” Genç kadın bunu söylerken kafası hala
kanıyordu. Ve bir cümle daha kuracak hali yoktu. sandalyeye bağlamıştı
kocası onu. Kollarını ve ayaklarını. Bir de boğazını geriye doğru
bastıracak bir düğüm atmıştı boynuna. Karısının sevgiliside aynı şekilde
bağlanmıştı yan yanaydı ikiside. Utansada arada yanındaki sevgilisine
bakıyordu Jane. Bakıyor ve ikisi içinde ağlıyordu. Müzik çaların yanına
gitti kocası ve birlikte bazı geceler sabaha kadar tekrar tekrar
dinledikleri şarkıyı açtı. Micheal Jackson-Human Nature şarkısı şimdi
odada son ses çalıyordu. “Why why tell’em that is human nature?” “Neden
insan doğası söyle bana” dedi Tommy Gloser kendi kendine. “Eğer onlar
bunu isterse neden bende daha fazla kan akıtmayayım ki..? buda beni
keyifim. Zevkim değil keyifim. İkisi de aynı şey olsada.” Şarkı çalmaya
devam ederken. Mutfağa doğru sağlı sollu adım attı genç adam. Bir yandan
yürüyor bir yandan mj’in sesine eşlik ediyordu. Tiz bir sesi vardı.
Musluğun önüne geldi ve altındaki çekmeceyi açtı. Burada küçük bir el
baltası duruyordu. Şömine için odun kırmaya yarayan bir baltaydı bu.
Henüz altı aylıktı. Başta çok çekinmişti onu eve almaya. Ama şömine için
ayda bir çuval odun alıp bazı romantik gecelerde kullanıyordu onu.
Şimdi yine kullanacaktı ama romantik değildi bu. Belki daha romantikti.
Ama değildi. elini yavaşça götürdüysede sımsıkı kavradı baltayı. Ve
dolabın kapağını öylesine bıraktı. Sertçe çarpmasını izledi ve bir robot
gibi geriye döndü. Sağ elinde baltayla salon kapısında onu gördüğünde
acı çekeceğini anlamıştı Jane. “Biliyordum” dedi kendi kendine.
Sevgilisi hala baygın başı öne eğik yatarken ben kocamın manyak olduğunu
biliyordum diye düşünüyordu. “Öyleyse benim suçum neydi” dedi sevgilisi
kendi içinde...Jane kafasını kaldırıp “Yapma yalvarırım lütfen..” diye
bildi. Başına zaten bir balta darbesi almış kadar acı çekiyordu.
Saçlarından akan bir parça kan göz kapaklarının üzerine düşerken, kocası
bunu fırsat bilip karısının sevgilisinin kafasına bir balta darbesi
indirdi. Jane o zaman son gücünüde çığlık atmak için kullandı. “Why why
tell’em that is human nature, why why does he do me that way...?” Adamın
başı ilk darbede kopmadı. Yere bir sürahi dolusu kan boşalıyordu. Balta
adamın yemek borusunu çapraz bir şekilde kesmiş boyun etlerini ve
içlerinden uzanan damarları ise dümdüz etmişti. Adamın kafası yana
düşmüş ve artık gözleri dünyaya ters bakıyordu. Bir parça et ve bir kaç
damar topluluğu adamın kafasını hala boynunda tutuyordu oysaki. Tommy
Gloser hiç düşünmeden bir balta darbesi daha vurdu. Ve başının
sandalyelerin arasından halının üzerine düşüp yuvarlanışını izledi. Tam
bu sırada şarkı ikinci defa başlamıştı. Bu sıranın Jane’de olduğu
anlamına geliyordu...
“Bir bakalım neler
bulmuşuz. Jordan sende ne var?”Dedektif elindeki belgelere bir göz
gezdirdikten sonra dostuna doğru uzattı. “işte bunlar. Japon büyük
elçiliğine bir yıl önce japon başbakanı istifa etmeden önce saldırı
yapılmış. Sonrasında Türkiyeye gelen başbakan Türkiye başbakanına bilin
bakalım ne hediye ediyor.”“ciddi olamazsın.” Sekreter tutamamıştı
kendini.“Bencede”“Çocuklar herşey ortada. Çok ciddiyim. Masaj koltuğu
hediye ediyor”Bunu duyunca arkasına doğru yaslandı sekreter. “İşte bu
enteresan. Koltuğun insan öldürmesinden daha da enteresan birşey varsa
bu o işte. Bu iki ülke için savaş alarmı bile verir. İyide koltuk
başkanı öldürmedi. Yani bu koltuk o koltuk değil demekki.”“Doğru” dedi
dedektif. “Koltuk taşınırken bir kopyasıyla değiştirildi.” “Peki kim
bunu yaptı. Neden yaptı. ?” sekreter akılndaki soru işaretlerini ortaya
döküvermişti öylesine. Bulacak bir cevap olmadığında dahada
heycanlanıyordu çünkü. Bunlara cevap bulunmalıydı.“Bunu öğrenmenin bir
tek yolu var.” Dedi dedektif.Sekreter ve dedektifin arkadaşı bir
birlerine baktılar. Ve adam konuşmaya atıldı.“Aklından
geçen.....”Dedektif onu susturdu. Gülümseyerek ayağa kalkmıştı
bile..“Japon yemeği seversiniz değilmi ???...”
Hava
alanına indiklerinde özel bir araba onları karşılamaya gelmişti bile.
Öyleki FBI kalacakları eve kadar her şeyi hazırlamıştı. En güzel yanı bu
diye düşünürdü bazıları dedektif. FBI hep iş başındadır ya. İşte bu
güzel bir şey. Araştıramaya üçüde nerden başlayacağını bilmiyordu
aslında. Otellerine yerleşirlerken resepsiyondaki adam sekreterin
kimliğindeki Sandra Faris ismini okudğunda zaten birşeylerin yanlış
gideceğini biliyordu. ABD hükümetinin hiç bir zaman yanlış birşeyler
yapmayacağından şüpheleniyordu. Ama Japonya’da geri kalır değildi. üçüde
küçük birer oda kiraladıktan sonra odalarına çıktılar. Dedektif çok
fazla Japonca bilmemesine rağmen oldukça iyi anlaşıyordu. Kayıtsız
kaldığı durumlarda ise dostu yardımcı oluyordu. Ertesi gün henüz
otellerinden çıkmamışlardı ki otelin doğu kolidoru kısmından yükselen
yangın alarmları bir dakika içinde her yerde çalmaya başladı. Fıskıyeler
kolidorlara su sıkmaya başlamıştı bile. Yan yana olan dedektif, dostu
ve sekreterin odalarının bulunduğu yerdeydi yangın. Otel görevlileri
onlarca turisti odalarından çıkarmaya çalışırlarken bir kaç itfayeci de
otelin doğu kolidorundan içriye doğru koşup dedektif, dostunun ve
sekreterin odasına girdiler. Sekreter yatağında valizini topluyordu ki
arkasını döndüğünde yüzüne sıkılan spreyin etkisiyle kendinden geçti.
Bir kaç dakika sonra üçüde itfayecilerin kucağında dışarda bekleyen
ambulanslara bindirildi. Hızla hastanenin yolunu tutuyorlardı. Ama
nedense ambulans şöförü acil servisin önünden kimse görmeden siyah jeepe
bindirmişti sözde hastaları. Jeep şehirdeki binlerce karmaşık sokaktan
ikinci sınıf bir sokağa saptı. Devrilmiş bir çöp tenekesinden yere
dökülmüş bir fastfood yemeğini ezerek geçen siyah otomobil, kapısı
yavaşça açılan garaja girdi. Apartman sakinlerinin birbirini tanımadığı
bu ıssız sokakta kimse dönüp bakmadı bile arabaya…Bu arada Japonya’da
en ilginç sohbeti yapan üç kişi ararsanız. Jazz Cafe’nin üst katında
oturan üç kişinin yanına gelip konuşmalarını dinlemeniz gerekiyordu.
Biri kadındı ve aslında orada oturup konuşmaktan endişe duyduğu
belliydi. Bide Japonya’da olup Jazz kültürüne göre dekore edilmiş bir
cafede oturmanın şaşkınlığını da yaşıyordu. Diğer iki adamla birlikte
önlerindeki diz üstü bilgisayardan kırmızı bir noktanın harita
üzerindeki konumunu takip ediyorlardı. Kahvesini yudumlarken “Durdular”
dedi siyah giysili adam. “Evet, sanırım bir yere kapattılar. Sorguya
çekecekler” Kadın güven dolu bir tavırla katıldı konuşmaya. “Ya da biz
onları”. “Peki, gerçekten biz olduğumuza nasıl inandılar” diye sordu
mavi ceketli adam. Siyah ceketli Jordan Miller yanıt verdi.
“Dublörlerimiz bize gerçekten çok benziyor..”
Aynı gün..
Tommy
Gloser hapishaneden çoktan çıkmıştı. Benzinlikte ki Mercedes’in torpido
gözündeki paralardan birkaç yüz dolar çıkarıp geri hapishaneye geri
dönecek adama vermesi de onun için büyük bir incelikti. Elbiselerini
marketin deposunda değiştirdikten sonra sanki hiç mahkûm olmamış
edasıyla arabasına bindi. Hapishane müdürü isteğini yerine getirmiş
olacak ki CD çalarda Thriller albümü CD si vardı. Açtı hemen, en sevdiği
şarkıyı buldu. Michael Jackson – Human Nature tüm arabada
yankılanırken, güneşin parıltısı siyah Mercedes’in üzerine vuruyordu. Ve
gaza bastı…“UASIOYAMASHI TOSICHO !!” “DİLİNİZİ BİLMİYORUZ !” Kadının bu
bağırışı uzun saçlı adamın hoşuna gitmişti adeta. “Sizin için İngilizce
mi konuşmalıyım bayan?” yanına yaklaştı ve sandalyeye bağlı sarı saçlı
kadının ilk iki düğmesi açık olan gömleğini hafifçe çektirdi. Sinsi bir
gülümsemeyle gözlerinin içine bakıyordu. Arkasındaki iki adama
aldırmadan bakışlarını sürdürmeye devam etti. Japon gizli servisinin
adamları olduğu belliydi. Ama daha çok mafya tipliydiler. Devletin bu
tür güç sahibi bazı kişileri gizlice bünyesine alıp diplomatik mafya adı
altında yüklü para ödediğini savunan bazı sivil toplum örgütleri bile
vardı. Ortaya çıkmayan her şey devlet tarafından yapılmamış anlamına
gelmiyordu onlara göre. Adam elindeki tekli silahın şarjörünü çekti ve
kadının başına dayadı. “Koltukla ne ilginiz var?”Ona cevap veren
sağındaki sandalyede bağlı dedektif kılığındaki adam oldu. “Size sormalı
bayım koltuk Japon yapımı. Bu açık. Devletiniz Türkiye Cumhuriyeti’ne
karşı suç işlemiştir. Ve bunu bilen biz Amerikalılarız. Bunun savaş
demek olduğunu herkes biliyor. O koltuk bizim elimize geçmeseydi Türkiye
Cumhuriyeti Başbakanı’nı öldürecekti.”Adam kadının yanından çekilerek
silahı onun kafasına doğrulttu. “Ne kadar çok şey biliyorsunuz Bay
Jordan Miller, sizden bahsetmişlerdi. Kendiişlerini göz ardı ederek
polisin işlerine karışan dedektif. Aslına bakarsanız bu davayı almanıza
şaşırmadım. Sizin de zaten Türk…”Aniden bir el silah sesi duyuldu.
Ateşlenen mermi adamın silah tutan avcunu delip geçmişti. Silah aniden
yere düşünce dedektif rolündeki adamda kendini sandalyeyle birlikte yere
atıp yuvarlanarak silahı eline aldı. Ve arkadaki iki adamın ayaklarına
birer el ateş etti. Yere düşen sağdaki adamın silahına Jordan miller
arkadan bir tekme vurarak yanından uzaklaştırdı. Dedektifin dostu da
zaten diğer adamın silahını çoktan alıp ona doğru doğrultmuştu
bile. Dublör sekreter. Ellerini beş dakikadır aynı zamanda bıçak olan
bilekliğiyle çözmeye çalışıyordu ve bunu başarmıştı. Kalkıp uzun saçlı
Japon’a tüm gücüyle bir uçan tekme attı. Jordan Miller dahil herkes ona
doğru çevirmişti gözlerini. Japon mafya adamı yere kapaklandı. Kendinden
geçmişti. “Vay be” dedi dedektif. “Önüne bak sen!” Sekreter bir an
kendine şaştı ve kıpkırmızı oldu. Dedektife nasıl böyle bir şey
diyebilmişti. Birbirlerine kısa ama anlamlı bir şaşkınlıkla baktılar.
Gözlerinin içlerineydi bu bakışlar tam olarak. “Tanrı aşkına bayan ne
vuruştu ama” demeden edemedi dedektifin arkadaşı. Ve sekretere dönerek
küçük birde şaka yaptı. “Bu senin benzerin mi şimdi? Bazen FBI
gerçekten işleri karıştırıyor” birlikte gülümsediler. “Kes şunu dostum”
dedi Jordan Miller. “Tanrım birileri burada bazı kişiler hakkında
konuşmasını istemiyor” diyerek karşılık verdi ve daha da istekli güldü
dostu. “Merhaba Ben dedektif Jordan Miller” “Ow gerçekten mi” diye
cevap verdi dublörü. “Bende öyle” gülümseyerek karşılık verdi, Jordan
Miller. Diğer arkadaşlarını da çözmüştü kadın hemen bu gece tekrar
Amerika’ya dönmeleri gerektiğini söyledi. Üç adamda sıkıca bağlanarak
deponun arkasından bir arabaya bindirildi. Dedektif gülümseyerek
arabanın içinde bulduğu paketleme şirketine ait şapkayı taktı ve depodan
ayrıldılar. Sekreter âşık olduğu adamın karakterinden daha hiç bir şey
görmemişti bile.
FBI BİNASISiyahi adam toplantı
salonundan içeri girerek herkese müjdeli haberi verdi. Beyaz çizgili gri
takım elbisesi üzerine bir beden büyüktü belki de. “Arkadaşlar
operasyon başarıyla tamamlanmıştır. Jordan Miller ve arkadaşları
koltuğun yapımcılarını buldular. Japonya’dan onları almamız gerekecek.
Bu işi bir helikopter ile halledebiliriz.”Arka sıradan gözlüklü ve dik
kahverengi saçlı bir genç el kaldırdı. “Steve? Elbette çok güzel
dikkatli ol” “Teşekkür ederim efendim. Tabi ki” dedi genç. Görevi
almıştı. Adam odadan çıkarken düşündüğü tek şey bu işi de hallettiğine
göre artık gidip karısından özür dileyebilir eve geri gelmesini
sağlayabilirdi. O lanet yaşlı annesinin evinde bir ton saçmalığı
dinleyecekti belki ama kesinlikle karısını o kadının evinden alıp kendi
evine getirecekti. Saat sekizi gösteriyordu ve çalışmak için en azından
onun adına geçti. Binanın çıkışına doğru ilerlerken pahalı cep telefonu
çaldı. “Alo Bay Mearthsın”“Evet buyurun.”“Ben Washington Hapishanesi
müdürü. Bayım bu öğlen itibariyle Tommy Gloser hapishaneden kaçtı.
Gerekli her şeyi yapın. Polislere haber verildi ama bu işi sizin daha
iyi halledebileceğinizi düşünüyorum”“Tanrım… Tanrı aşkına bayım şimdimi
haber veriyorsunuz.”“Ancak aklıma geldi. Hem zaten polislerden bu haberi
almış olmalısınız.”“Ah kapatın telefonu bayım kapatın”Dedektif arkasını
dönüp “Hey Millet” diye bağırdı. Yapılacak daha çok işi olduğu gerçeği
onu sinirlendiriyordu.
Aynı Gece “Japonya
Rüyası”Japonya’nın yüksek gökdelenlerinden birinin üzerindeydi üç
kahraman. Aslında hiçbiri bu işe nasıl dahil olduğunu bilmiyordu. Jordan
Miller geçmişinin üzerindeki izleri silmek istiyor gibiydi. Sekreter
ise bu davaya katılma sebebini o kadar gerçekçi buluyordu ki. Çokta
inanmadığı tanrının ona yaptığı bir iyilikti bu kesinlikle. Ne
yapacağını bilmiyordu. Evet, aslında garajda o da ona hisli bir şekilde
bakmıştı. Ama belki de sadece kendini kandırıyordu. Başlangıçtan bu yana
ondan hoşlanmadığı belliydi. Helikopterin gelmesini beklerken esen
rüzgârla saçları dalgalanarak kalkıp dedektifin yanına gitti genç kadın.
Yanlarında çöp poşetlerinin içinde baygın halde yatan üç Japon oluşuna
aldırmıyordu bile. Çamaşır asansörü ile çıkarmışlardı üst kata
üçünüde.“Üşümüyor musun?”Kafasını kaldırdı dedektif. Karşısında duran
kızıl saçlı kumral kadına baktı. Saçları uçuşuyor siyah montunu bedenine
sımsıkı sarmış duruyordu. “Üşümüyorum.” Kararlıydı bu sözü. Üşüse de
söylemeyecek bir hali vardı. Genç kadın yanına yaklaştı ve sırtını
duvara yaslayıp oturdu. “Planın muhteşemdi. Yani şu sahte bizleri
önceden gönderip, Japonların nasılsa geleceğimizden haberdar olup bizi
yakalayacaklarını önceden tahmin etmen her şeyi kolaylaştırdı.”Omuzları
birbirine yaklaşmıştı ikisinin de. “Evli misin?” Gülümsedi dedektif.
Yüzüne bakarak yanıt verdi genç kadına. “Bunu neden sorduğunu biliyorum.
Aslında parmağımda yüzük yok. Ama evli olsam ve yüzük olsa bile bir
dedektif olarak ailemi korumak için takmamam gerekir. Evli değilim.
Aslına bakarsan dedektif te değilim. Ben bir FBI ajanıyım. Bu davada
dedektif rolü üstlendim çünkü polislere başka türlü kendimi
kabullendiremezdim.” “Çok başarılısın..” göz göze geldiler bir an.
Dedektif duymazlıktan geldi onu. “Ceketini ilikle üşüyeceksin.” Ne kadar
farklı bir anlayışı vardı. Sanki bir Amerikan değildi. Başka biriydi.
Genç sekreterin beyninde yanındaki adamla ilgili o kadar düşünce vardı
ki. Yakınlaştıkça bu düşünceler kalabalıklaşıyordu. Soğuk bir rüzgâr
daha eserken sekreter daha fazla dayanamadı. “Düşüncelerimi
okuyabildiğine göre, sana karşı hissettiklerimi de bilebilir misin?”
siyahlığa inat ışıl ışıldı ikisinin de gözleri. Şehrin ışıkları ay
ışığıyla aydınlanırken esen rüzgârı aralarına sıkıştırdı bir iki çift
dudak... Bir ara başını çekip arkadaşına çevirip göz kırpmaktan da
kendini alamadı dedektif.
O gece helikopterle
Amerika’ya havalandılar. Şehri kuş bakışı seyrederken sekreter ve
dedektif birbirlerine sarılmışlardı. Dedektifin arkadaşı ise
helikopteri kullanan Steve’e işiyle ilgili demeçler veriyordu. Üç Japon
çöp torbası içinde Amerika’ya havalandıklarından hala habersizdi. Sorgu
odasında konuşturulduklarında koltuğun Japon yapımı olduğu kesinleşecek
ve Türkiye ile Japonya arasında gerginlik yaratacak bu olayı Amerikan
hükümeti büyük bir ihtimalle saklayacaktı. Ve Türkiye’ye böyle bir şey
yapmasının nedenlerini öğrenecekti. Bundan sonraki kısım işin diplomatik
kısmıydı. Her şey bütün bilgilerin devlet arşivinde saklanmasından
öteye gitmezdi. Ertesi gün iki sevgili telefon sesine uyandı.
Sekreterin biraz başı ağrıyordu. Yatağından doğrulan dedektif
telefondaki sesi dinliyor ve hiç konuşmuyordu. Sekreter yastığından
başını kaldırarak dedektife arkadan sarıldı. Telefona doğru
yakınlaştırdı kulağını. Ama konuşma bitmişti bile. Dedektif telefonu
kapatarak sevgilisine doğru döndü. Yüzü düşmüş şaşkın bir ifade
almıştı.“Ne oldu tatlım” “Tommy..” diye bildi dedektif. “Tommy Gloser
hapishaneden kaçmış… Türkiye’ye gidiyormuş. Koltuğu değiştirdiğini
söyleyip Japonya’yı ihbar edecekmiş…”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder