Kara
, kapkara bulutların alabildiğine uzandığı göğün altında , civa
yoğunluğundaki lacivert suyu kıpırdamadan duran denizin kıyısında
gezinmekte olan uzun boylu , iri yapılı iki kişi arasında geçiyordu
konuşmalar:
- Kaçmalarına göz yumdular! Bundan kuşkulanıyorum.
- Olacak iş değil. Bunu nasıl yaparlar.
- Bu türün kapalı kalması gerekiyordu. Durup dururken düşmanlarımızı , o kötü ruhlu yaratıkları , özgürlüklerine kavuşturdular.
- Büyük, çok büyük bir hata bu.
- Hepsi cezalandırılmalı!
- Samanyolu’na gitmiş olmalılar..Evrende yaşayabilecekleri çok az yer var.
- Onları bulmalı ve yok etmeliyiz... Çok çabuk ürüyorlar.
-
Paniğe kapılmaya gerek yok. Başka bir gezegende de olsalar
yararlanabiliriz onlardan. Önce biraz zaman geçsin ; üremelerine izin
verelim. Nasıl olsa istediğimiz zaman yok edebiliriz onları.
- Yanılıyorsun. Zaman onların lehine çalışıyor artık. Onları elimizden kaçırmakla büyük bir hata yaptık.
Uzakta , karanlık pencereleri her şeyi yutmaya hazır büyük açılmış
ağızlara benzeyen şato görünümlü yapıların çevresinde aceleci hareketler
, emirler yağdıran sesler ve koşuşmalar vardı.
Kalın bulutlarla kaplı atmosfer geçit vermiyordu. Bu yüzden beyaz ışık
hiçbir zaman olmamıştı bu gezegende. Yakan , yok eden , sonsuz karanlık
yaşamın düşmanı beyaz ışık...Onlar geceyi seviyorlardı ve gecenin
adamlarıydılar. Güneş çok çok uzaklardaydı. Ağır deniz ; yüzyıllar sonra
dibindeki lacivert çamurdan , bu sadece kan ve taze insan etiyle
beslenen , uzun boylu , güçlü , biçimsiz koyu mavi vücutlu , üstün
zekalı , acımasız ölümsüz yaratıkları ortaya çıkartmıştı. Bu yaratıklar ,
sonsuz yaşam ve türün devamı için kan üreten insan sığırlarına
gereksinim duyuyorlardı. Başlangıçta türün bir bölümü kan açlığına
dayanamamış ; insan benzeri olduklarından birbirini öldürüp yiyerek
soysuzlaşmış ve yok olmuştu. Diğerleriyse zor koşullara göre değişime
uğrayarak direnç kazanmış ; uyum göstererek farklılaşmışlardı. Büyük ve
ileri bir uygarlık kurmuşlardı ama , sonsuz yaşamlarını sürdürebilmeleri
için sınırsız insan kanı olmalıydı ; insan kanı akmalıydı çeşmelerden.
Böylelikle güçlerini koruyacak , evrende varlıklarını devam ettirerek
diğer uygarlıkların hakimi olacaklardı. İnsan kanının yaşamsal önemi
vardı onlar için.
Ağır denizin dibinde tortulanmış balçığın içindeki amino asitleri
laboratuvarda sayısız kez birleştirdiler , birleştirdiler. Nihayet bir
gün garip bir organik madde oluştu. Esnek , lezzetli , kırmızımsı ,
yağlı , durduğunda sıvı salgılayan organik bir madde. Bu etti! İnsan
eti... Doğru yolda olduklarını anladılar. Etleri küçük parçalar halinde
emiyorlar ; böylelikle gün boyu süren yaşam enerjisi kazanıyorlardı. Bu
ıssız , karanlık ve çorak gezegende beslenecek başka bir şey yoktu ki...
Sabırla çalışmalarını sürdürdüler. Bir süre sonra beslenmelerine
yarayacak ilk canlı insan bedeninin DNA’sı ortaya çıktı. Artık hızla
üreyebilen bu yaratıkları sürüler halinde yetiştiriyor , beslenmenin
yanısıra , çeşitli hizmetlerde kullanıyorlardı. İnsanlar , çabuk öğrenen
akıllı yaratıklardı. Bu nedenle onlara gereğinden fazla bilgi vermek
tehlikeliydi. Her şeyi öğrenirlerse isyan edebilir , kaçabilirlerdi. Bu
yüzden ellerinden geldiğince dikkatli davranıyorlardı.
Bir gün korktukları başlarına geldi: Bir gurup insan ağıllarından
kaçarak laboratuvarlara girdiler. Saklanarak tüm gece orada yapılanları
izlediler ve her şeyi öğrendiler. Korkunç şeyler oluyordu. Bu durumda
isyan etmenin de bir anlamı yoktu. En iyisi bu ölümcül gezegenden
kaçmaktı. Kadınlarını da alarak uzay gemilerinin bakımı ile görevli
arkadaşlarının yardımıyla gece adamlarının gezegeninden kaçtılar.
Amaçları ; ölümden kurtulmak , özgür olmak ve gidecekleri yerde kendi
uygarlıklarını kurmaktı.
Samanyolu içinde mavi , beyaz bir gezegene indiler. Uzay gemilerinin
yaşam göstergeleri dünya hakkında onlara olumlu iletiler vermişti . Bu
mavi gezegenin doğası sert , iklimi soğuk olmakla birlikte ; yaşanabilir
nitelikteydi. İndikleri yerdeki derin mağaralar evleri oldu. Bir bölümü
uzay gemisinin ilk indiği yer olan Afrika’da kalırken , diğerleri
Kuzeydeki kıtalara göçettiler. Ama mutlulukları kısa sürdü. Gecenin
adamları onları bulmuştu...
Uzaydan gelen güçlü adamlar , planladıkları gibi , insan sığırlarını
kitleler halinde avlayarak gezegenlerine götürmeye başladılar. Daha iyi
koşullarda bedenen iyice gelişmiş , Neanderthal adı verilen bu insanlar ,
daha fazla et ve kan üreten güçlü kuvvetli insanlar olmuşlardı. Gecenin
adamları , Afrika’da Klimandjaro çevresinde toprak altında yaşayan ,
daha akıllı otoktonları bulamamakla birlikte , Kuzey’deki ormanların
kenarlarında yaşam sürdüren geri zekalı Neanderthal adamlarının hepsini
kanlarını emerek öldürüp yediler. Öyle ki , bir kaç yüzyıl sonra
dünyadaki Neanderthal adamları , kadın, erkek, çocuk, tamamen tüketilmiş
ve yok edilmişti.
Gecenin adamlarının dünyaya gelip gitmeleri , evrim sonucu ortaya çıkan
homo sapienleri çok etkiledi ve homo sapienler korkudan onları tanrı
olarak görmeye başladılar. Uzaydan gelen bu uzun boylu , acımasız
adamların gemilerini indirmeleri için yüksek piramitler inşa ettiler.
Onlara her gelişlerinde kendilerine zarar vermemeleri için yeni kurban
edilmiş , çok sayıda genç kız ve erkek cesetleri sunuyorlar , devasa
boyutlarda taş heykellerini yapıyorlardı. Homo sapienlerin
bedenlerindeki kan hastalıkları , dünyadaki bakteriler nedeniyle gecenin
adamları bir süre sonra yedikleri insan etlerinden zehirlenerek hasta
oldular ve ölmeye başladılar. Salgın hastalıklar gezegende yaşayanların
gen yapılarını bozarak onların sonunu getirmişti.
Gecenin adamlarının bir bölümü bu nedenle dünyada kaldı. Ancak , gün
ışığında yaşayamıyorlardı. Bu yüzden büyük karanlık taş yapılar inşa
ettirdiler kendilerine. Sadece gece ortaya çıkıyor, insan kurbanlarının
kanı ve etiyle besleniyorlardı. Her birisi kötülük tanrısı olup
çıkmıştı. Rahipler , büyücüler , şamanlar onları koruyor , hizmet ediyor
ve gözetiyorlardı. Gecenin adamlarının karmaşık bir işaret dili
kullanarak anlattıklarından karanlık kutsal kitaplar , dualar
oluşturdular. Gecenin adamları bu şekilde din adamları aracılığıyla Homo
Sapienlerle ilişki kuruyor , ulaşılamaz ve korku verici bir konumda
kalmakta yarar görüyorlardı.
Gece adamlarının geldiği Zeta Oriones takım yıldızı , binlerce yıl ,
homo sapien krallar için ölümsüzlüğün simgesi oldu. Krallar ölümsüz
yaşamın Zeta Oriones’de olduğunu , ruhlarının oraya gideceğini
sanıyorlardı. Mısır , Maya , Aztek kralları hep bu umutlarla yaşadılar.
Dünya’da insan yaşamını ortaya çıkartan , modern çağlarda insanlar
tarafından şeytan vampirler olarak nitelendirilen gecenin adamlarından
dünya üzerinde çok az kalmıştı ve onlar günümüzde de esrarengiz
cinayetlerin acımasız katilleri olarak , derin mermer lahitlerinde gün
ışığından saklanarak gece kan emerek , insan eti yiyerek sonsuz
yaşamlarını sürdürüyorlar.
Ayın mermerlerini dondurduğu büyük mezarlığın ormanla birleştiği yerde uzun boylu, iri yapılı iki kişi dolaşarak konuşuyordu:
- Sen haklıydın Lord. Zaman onların lehine işledi. Çoğaldılar ve güçlendiler.
- Onları biz yarattık ama asla bizim gibi ölümsüz olamazlar.
- Kutsal kitapla aldattık onları. Sonsuza dek avunsunlar.
- Ama sanat! Sanat onların büyük yeteneği; bazılarının ölümsüz olmasına yeter...
- Unutma olduğu sürece bazıları...Sadece en iyi olanları unutulmaya direnebilir.
- Zaten sanatçı olan en iyilerini yemiyorduk..
- Bir tek sanat onları güzelleştiriyor.
Gülümseyerek karanlıkta ayrı yönlere uzaklaştılar.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder