4 Mayıs 2016 Çarşamba

KOLTUK2(saklanamayanlar)

Kapıdan girerken birden elindeki dosyaları düşürecek olsa da sıkıca tuttu. Damağındaki sıcak kahve tadı uykusu olduğu gerçeğini derinleştiriyordu. Bazen tam tersini hissettirirdi aslında. Hala çalışıyor olduğunun inatçı göstergesi olurdu. Birilerinin sürekli iş peşinde koşuşturduğu uzun koridora çıktı. Odalara girip çıkan ve elinde kâğıtlar dosyalar olan bu insanların ne yaptığını anlamak değil anlamaya çalışmak bile istemiyordu. Her bir dosyanın kan koktuğunu düşünürdü genç sekreter. Odaları tek tek geçip en son sağdaki odaya doğru ilerliyordu. Elinde tutuğu mavi ciltli dosyanın içindeki o iğrenç kan kokusunu alabiliyordu. Bir yandan da aslında bunun tam tersi bir şeylerde olduğunu hissetmiyor değildi. Çünkü insanları öldüren bir bıçaktan, tabancadan ya da herhangibi bir aletten söz etmiyordu bu cinayet davasında. İnsanları öldüren bir koltuğun varlığı yetmiyormuş gibi birde öldürdüğü kişilerin adı karalanmıştı bu dosyaya resimleriyle birlikte. Koltuk dosyasıydı elinde tuttuğu. Her gün adı bile söylenmeden kullanılan lanet olası bir koltuk hepsi bu… Ya da sadece o öyle sanıyordu.Odaya hızla girdi. Uzun siyah ceketli ellerini pantolonunun cebine atmış ve kapalı olan pencereden dışarıyı kuş bakışı seyreden siyah saçlı adamı gördü. Arkası dönüktü. Ve hala sekreterin içeri girdiğini görmemişti genç adam. O hala bulutların yavaşça şehre bıraktıkları yağmur damlalarını seyrediyordu. Önünde uzanan tüm şehrin binalarına baktıkça her birinin bu davayla bir ilgisi olabileceğini düşünüyordu. Aniden arkasını döndü ve karşısında gördüğü genç kadını ürküttü.

ESRARENGİZ MEZAR

(Kanuni Sultan Süleyman döneminde, Osmanlı İmparatorluğu’na takribi 1550’lerde elçi olarak gönderilen “Türk Mektupları”nın yazarı Busbecq, zürafa denilen hayvanı hiç görmediği için merak eder ve görmek ister. Tekfur Sarayı’ndaki hayvanat bahçesinde bir zürafa vardır ama Busbecq’in görmek istemesinden birkaç gün önce ölmüştür. Busbecq’in merak etmesi üzerine Tekfur Sarayı’nda zürafanın gömüldüğü yer kazılır, Busbecq ölü zürafayı görür. Ayrıca kendisi Osmanlı topraklarındaki tarihi eserleri, Batı Roma ve Doğu Roma (Bizans) döneminden kalıntıları da eserlerinde naklettiğinden kadim dönemlere ilişkin de bir merakı mevcuttu. Bunlardan esinlenerek yazılmış bir hikâyedir.)1560-967/968 – Şehr-i Kostantiniyye.....
 ***********
Elçi Hanı’nın önünde bekleyen iki yeniçeri ile toza toprağa bulanmış Lağımcı taifesinden dört nefer, oradan gelip geçen ahalinin gözünde pek bir merak uyandırmıştı. Ahşap evlerin cumbalarından, pencerelerinden alıcı kuş gibi sokağı seyreden koca karılarla, dükkânlarının önüne çıkmış esnafların dillerinde türlü çeşit dedikodu peyda olmuştu.
Elçi Hanı’nın kapıları, yasakçının desturuyla dört nefer yeniçeri tarafından açıldığında Busbecq nam sefir kapının önünde kendisini bekleyen kul taifesinin yanına gelerek aksanlı Türkî lisanda kendisini bekleyen vazifeliler olup olmadığını sordu. Yeniçerilerden çakır gözlü olanı, sefire kuşağından çıkardığı katlanmış bir varağı uzatarak paşanın izinnamesi olduğunu söyledi.
Busbecq, izinnameyi açıp okuduktan sonra kemerine asılı deriden mamul kesenin içine tıktıktan sonra yeniçerilerle lağımcıların peşine takılarak saman arabalarının durduğu bir yere giderek boş duran bir tanesine ellerinde kazmaları kürekleri, bellerinde iplerinde olduğu halde lağımcı uşaklarıyla hep birlikte bir saman arabasının ardına atlayarak, iki sağlam yapılı beygirin sırtında meşin kırbacın şaklamasıyla yola koyuldular.
Busbecq’in, şaşkın bakışlarla pek çıkıp dolaşmaya izin verilmediği kadim kentin çoğu ahşap evleri ve çarşıları, taştan minareleri seyretmesine karşılık yıllarını bu sokaklarda geçirdiklerinden keferenin şaşkınlığını anlayamayan yeniçerilerle lağımcı neferleri kendi kendilerine söylenmekteydiler. Uzun seneler metruk kalıp, o dönemlerde hayvanat bahçesine dönüştürülen Tekfur Sarayı’nın çöplüğüne geldiklerinde, arabadan indiler. Bahçenin bostancı yamaklarından birinin göstermesiyle zürafa leşinin gömülü olduğu yere gelerek kazmaya başladılar.
Seferde ve hazerde, küffar kalelerinin altına kah donmuş toprak üzerinde kah kavurucu iklimde, köstebek misali tez zamanda lağım açmaya muktedir lağımcı uşakları, besmeleyle kazmalarını küreklerini vura vura zürafanın leşinin olduğu toprağı kısa sürede darmadağın ettiler. Neredeyse bir adem boyunu aşacak denli kazmışlardı ki leşe geldiklerini anladıklarında üstündeki toprağı üstün körü bir şekilde aldıktan sonra tamamıyla ortaya çıkardılar.

25 Nisan 2016 Pazartesi

Caine

Bundan binyıllar önce, yapraklardaki sakin rüzgar dokunuşu ve kuş cıvıltılarıyla dolu dünyanın sessizliği bir ışıkla bozuldu; bu ışık, barış rüzgarlarını dindirip dünyanın tüm benliğini sömürecek olan olgunun, insanlığın ilk hüzmesiydi. Adem ve Havva adındaki fırtına öncesi sessizliğin ilk fısıltısı, sonraları evlenecek ve 3 tane de oğulları olacaktı; Caine, Abel ve Seth. İlk doğan Caine, bitkileri yetiştirdi. Onları suladı ve büyüttü, hayat verdi. İkinci doğan Abel hayvanlara baktı. Onları besledi ve büyüttü.
Bir gün babaları Adem, iki oğluna keskin bir ses tonuyla; "Caine ve Abel, yukarıdaki için bir kurban getirin. Getirin ki yaratıcınıza olan minnetiniz bilinsin." dedi. Caine, yukarıdaki için en tatlı meyvelerini, en olgun bitkilerini getirdi. Abel ise en genç, en güçlü hayvanını kurban etti.
İki kardeş de kurbanlarını Adem'in ocağına koydular ve ateşe verdiler. Duman onları yavaşça yukarı doğru götürdü. Abel'in kurbanı tatlı bir koku yayıp kabul edilirken, Caine'inki kabul edilmedi ve Caine sert bir şekilde azarlandı.
İlk doğan (Caine) ağlamaya başladı, gece gündüz yukarıdakine dua etti.
Gel zaman git zaman, Adem kurban vaktinin yeniden geldiğini söyledi. Abel yine en güçlü ve genç hayvanlarından birini öldürdü. Caine ise eli boş geldi, çünkü kurbanının istenmeyeceğini biliyordu. "Caine, neden bir kurban getirmedin?" diye sordu Abel. İlk doğan, gözleri yaşlı bir şekilde kardeşinin kalbine mızrak saplayarak onu kurban etti; hayatta en çok sevdiği şeyi.
Bu olayın ardından yukarıdaki onu cennetten attı, ve Nod denilen bir yere sürgün etti.
Caine karanlıkta yalnız kalmıştı. Açtı, üşüyordu ve ağlıyordu... Karanlığın içinden tatlı bir ses geldi. Siyahlar içinde bir kadın Caine'e doğru yaklaştı:

24 Nisan 2016 Pazar

Göz Perdesi

Başımdan geçen ilginç bir olayı sizlerle paylaşmak istiyorum. Bir gece rüyamda beyaz saçlı bir kadın, "Seni oglumla evlendirecegim." dedi ve gitti. Ben de uyandım, umursamadım; ama daha sonra bu rüyayı defalarca üst üste görünce korkmaya ve endişelenmeye başladım. Her gözümü kapattıgımda, o kadın geliyor ve "Seni oğlumla evlendireceğim." diyor ve gidiyordu. Ben, çok korkmuştum artık anneme babama anlattım. Babam da ''Benim tanıdığım bir hoca var, ona sorarım.'' dedi. Sonra babam sormuş, hoca da, ''Kızınla evlenmek istiyorlar.'' demiş. Babam, "Kim evlenmek istiyor kızımla?" diye sorunca hoca da, ''Bunların kim olduğunu sana söyleyemem. Söylersem, beni bu gece dövmeye gelirler.'' demiş. Babam, bunu bana anlatınca korkum daha da arttı. "Neler oluyor!" diye soruyordum kendime. Sonra, bir gece rüyama o kadın geldi ve yine ''Seni oğlumla evlendireceğim.'' dedi. Sonra oğlu geldi, ''Bak, oğlum budur.'' dedi. Ben, oğlunu görünce, rüyamda ağlamaya başladım ve yine uyandım. Kalktım, babama anlattım. Babam da, ''Bu böyle olmaz, ben yine hocaya sorayım.'' dedi. Sonra hocaya sormuş. Hoca da, ''Kızını yanıma getir.'' demiş. Neyse, babamla yanına gittik. Eline bir kağıt aldı ve ''Bu kagıda iyice bak; ama gözünü bir yere dik ve oraya dikkatlice bak.'' dedi. Ben de baktım ve o beyaz saçlı kadını gördüm. Hoca: ''Gördüğün kadın bu mu?'' dedi. ''Evet'' dedim. Sonra hoca kağıdı aldı ve yırttı. ''Bu kadın kim?'' dedim. Hoca, ''Zamanı gelince söyleyeceğim.'' dedi. Bir ay kadar sonra dayımın oğlu beni istemeye geldi, beni dayımın oğluyla nişanladılar. Sonra yine rüyamda o kadın geldi. Bana, ''Sen evlenemezsin, sen oğlumunsun.'' dedi ve elimdeki nişan yüzüğünü çıkarttı. Uyandığımda yüzük elimdeydi. Sakinleşmeye çalıştım. Aradan bir ay geçti ve nişan bozuldu; çünkü dayımın oğlu, yani nişanlım trafik kazasında öldü. Kazadan altı aya yakın zaman geçti, herşey düzene girmeye başlamıştı ki yine o rüyalar başladı. Ben de gece yatağıma geldiğimde rüyamda o kadının geleceğini, aynı sözleri söyleyecegini biliyordum.

"BULDUM SENİ!"

O gün çok sıkılmıştım ve kendi adımı Google'da aramaya karar verdim. Nadir bir ismim vardı. O yüzden hiçbir şeyi bulmayı beklemiyordum. Buna rağmen adres kısmında ismimin bulunduğu bir siteyle karşılaşınca ne kadar şaşırdığımı tahmin edemezsiniz.
http://www.(ismim).com
Linke tıkladığımda bir mesaj bölümü çıktı. Sitenin sahibinin profiline baktığımda yaşımızın, hobilerimizin, ilgi alanlarımızın aynı olduğunu gördüm. Mesaj bölümünde hiçbir şey yazmıyordu. Yalnızca ilgimi çektiği için sayfayı favorilerime ekledim. Yaklaşık 1 ay sonra siteye tekrar girdim. Bu sefer daha çok yorum vardı. Birkaç tane de günlük girişi vardı. Çoğunlukla basit şeylerdi. "Hava bu gün çok güzeldi" ya da "Bu gün işte çok sıkıldım." Doğal şeyler.
Yalnız, zaman geçtikçe daha çok benzerlik fark etmeye başladım. Sitenin sahibi benimle aynı şehirde yaşıyordu. Aynı nadir isme sahip iki kişinin aynı anda aynı şehirde olması çok garip gelmişti. Site de daha fazla zaman geçtikçe günlük yaşantılarımızda yaptıklarımızın da benzer olduğunu fark ettim. Beyzbol maçına gittiğim bir günün akşamında siteye baktığımda sitenin sahibinin de aynı maça gittiğini gördüm.
Basit bir tesadüften daha fazlası olduğunu düşünmeye başlamıştım. Siteyi her ziyaret edişimde

23 Nisan 2016 Cumartesi

en kısa 10 korku hikayesi

1. Gece annenizin sizi mutfağa çağırdığını duydunuz.
Tam odadan çıkarken anneniz size seslendi
sakın mutfağa gitme o sesi bende duydum

2. Karanlıktı, neden bu kadar hızlı nefes alıyorsun diye sordu. Hızlı nefes alan ben değildim...

3. Kalbime bir ağrı saplandı. Gözlerimi açtığımda bir tabutun içindeydim. Etrafımdakilerin ağladığını ve hocanın dualarını duyuyordum ama ne hareket edebiliyordum ne de konuşabiliyordum. Çok soğuktu. Korkuyordum.

4. Oğlumu gece yatağına yatırırken, Babacım lütfen yatağımın altındaki canavarlara bakarmısın? diye sordu. Oğlumun espri yaptığını düşünüp yatağın altına baktığımda, oğlumu gördüm. Bana fısıldadı: Babacım yatağımda yatan biri var.

5. Kızım her gece beni ağlıyarak ve çığlıklar atarak uyandırıyor. Mezarlığına gidip susmasını söyledim ama işe yaramadı...

6. Gece uyuken birisi cama vurdu. Uyandım, tam camdan dışarı bakacakken aynı sesi tekrar duydum. Aynadan geldiğini anladım.

7. Karım dün gece yarısı, evde hırsız olduğunu söylemek için beni uyandırdı. Karım 2 yıl önce eve giren bir hırsız tarafından öldürülmüştü..

8. Yorgun bir günün ardından akşam eve geldim. Işığı tam açacakken birinin eline dokundum. Evde kimse yoktu.

9. Sabah uyandığımda telefonumda uyurken çekilmiş bir resmimi gördüm. Ben yalnız yaşıyorum!

10. Ve en korkuncu.. O örümcek nereye kayboldu ???

22 Nisan 2016 Cuma

musallat

Dışarıda,odamın camında görünen bir yüz var.Anne ve babam
inanmayacaklar gerçi.O beni izliyor,izliyor ve izliyor...Küçük
kardeşim bunu duymaktan nefret ediyor.Yüzü olmayan adamın
hikayesi ile onu korkutmaya çalıştığımı düşünüyor.
Beni saatlerce,gece gündüz izleyen bir yüz var...
Ablam hepsinin yalan olduğunu düşünüyor;anne ve babama
psikologları çağırmaları gerektiğini söylüyor.
Onlara bundan kaç kez bahsettiğim fark etmiyor,karanlıktaki
adamdan.Kimse dinlemiyor.Annem dışarı çıkıp oynamamı
söylediğinde korkuyorum,çünkü dışarı çıktığımda ona yakın olmak
zorunda kalıyorum.O çok uzun,o çok ince.Sanki hiç yemiyormuş
gibi!
Adam beni izlerken hareket etmiyor,sadece üşümüş
hissettiriyor,kaçmamı engelliyor.Onun etrafta olmasını sevmiyorum
ve çitlerden uzak durmam gerektiğini hissediyorum.Annem akşam
yemeği için beni evin içine sürüklemek zorunda kalıyor çünkü ona
bakmayı bırakamıyorum.Annem dışarıda geç saatlere kadar
kaldığım için kızgın.Onu göremiyor mu? Uzun adam artık
bahçemizin içinde.
Bu gün yemekten sonra annem odamda oturmamı söylüyor-
Televizyon yok- çünkü o çağırdığında eve gelmedim.Onu bahçede

Evde Yanlız Değilsin

+"911, acil durumunuz nedir?"
...
+Bayım??
-Evet, merhaba. Eee... bu biraz garip gelicek fakat bir adam ön bahçemde daireler çiziyor.
+Efendim tekrar eder misiniz... Yanlış mı anladım?
-Deliye benziyor... Ya da sarhoş. Kaybolmuş olabilir ya da ona benzer bir şey.. Bilmiyorum. Sabah kalktığımda dışardaki "kar ezilme" sesini duydum pencereden baktığımda onu gördüm. Beni bayağı ürküttü, şuanda ona bakıyorum. Kapımdan yaklaşık 6-7 metre uzakta. Fakat içimde kötü bir his var.
+Adresinizi öğrenebilir miyim efendim.
-1428 Quarry Lane.
+Oraya bir ekip göndericem bayım. Fakat buradan oldukça uzakta. Evde yalnız mısınız?
-Evet yalnızım
+Bütün kapı ve pencerelerinizin kilitli olduğundan emin olur musunuz? Benimle telefonda kalın lütfen.
-Pencereler kapalı, ön kapıyı da kilitlediğimden eminim. Gidip arka tarafı kontrol edeyim.
...
+iş birliğiniz için teşekkürler bayım, insanlar genelde bu gibi durumları önems...
...
+Bayım? Orda mısınız?
-O.. O hala bahçede... Fakat.. hagibtir.. Adam ters duruyor.
+Efendim lütfen benimle kalın? Neler oluyor?
-Adam hala ön bahçemde fakat ellerinin üzerinde duruyor. Ve... Ve bana bakıyor. Amına koyim doğrudan bana bakıyor. Kusursuz şekilde amuda kalkmış halde bekliyor ve bana bakıp gülümsüyor. Lanet olsun.
+A... a... Amuda mı kalkmış dediniz?

Korkunç

Ben 1990 doğumluyum bu olayı yaşadığım da yanlış hatırlamıyorsam 12 yaşımdaydım. Çocukluk dönemim biraz yokluk içerisinde geçti bundan şikayetçi değilim.annem babam ayrı benim o yüzden baba sevgim azdır.herneyse konu annemim gece dışarı bakılmaz sözünü doğrular bi nitelikteydi yaşadığım ev ısıtması odun-kömür sobasıyla sağlanıyor yaşadığım zaman ise kış aylarından bir aydı.Evde dört kişi kalıyorduk ben, annem ,teyzem ,küçük kardeşim he bide evin maskotu tontiş (tekir kedi) takribi saat 2.00-2.30 civarlarıydı bir anda anlamadığım bir şekilde uyum bölünmüştü ve aklıma ilk gelen şey gece dışarı bakılmayacağı idi nedense merak ve şüpheyle dışarı bakma isteği duydum .Empati kuranlar için evdeki yatak konumum mu söyliyim evin solunda çekyatta kalıyorum .Çekyatım cam kenearında dairemiz 2 katta ve balkonlu hemen aşağıda bahçemiz var ve bahçenin sol köşesinde yan binaya ait dışarda kömürlük var bahçemizin sağ tarafında ise eski yıkık bir ev kimse kalmaz bazen oradan acayip sesler işitirim ki orda bi zamanlar yaşlı bir amca oturuyordu kendisine ‘cinlere karışmış ‘ diyorlardı.Daha sonra o amca vefat etti ama ordaki sesler bazen beni ürpertir herneyse yaşadığım olaya dönecek olursak kalktığımda aklıma gelen ilk şey dışarı bakılmamasıydı gecenin karanlığı altında nelerin olacağını bilemezdik ama bu beni alı koymuyordu dışarı bakmak istiyordum ve bakıcaktım içim ürperti ile dolu olsada dışarı bakacaktım.yavaşça yataktan dikildim ve perdeyi yavaşça araladım.Bahsettiğim kömürlüğün üstünde karanlığın içerisinde aslan yelesi gibi saçları kaslı iri yarı bi karartı insana benzeyen nerdeyse 2 metre boyunda ve omzunda tüfekle birisi volta atıyordu.Bir anda ban doğru döndü bense ki perdenin arasından gizlice baktığımı zannediyordum .Göz göze geldik karanlığın içinde sapsarı gözleri parlıyor ve beni izliyordu. Çok korkmuştum sanki ruhum bedenimden ayrılmış gibi değişik bir his içerisindeydim.hemen yatağın içerisine girip yorganı üstüme çektim ve bildiğim duaları adeta bir tekerleme gbi tekrar etmeye başladım 10 dakika geçti geçmedi aklıma şu soru geldi;
- Acaba hayalmi görmüştüm .gözlerim beni yanıltıyormuydu.
Hemen gözlerimi ovuşturdum ve cesaretimi son haddine kadar topladım yorganı kafamın üzerinden kaldırır kaldırmaz tekrar kapattım . Çünki bu sefer baş ucunda içerdeydi o sarı gözleriyle bana

21 Nisan 2016 Perşembe

Gece Yaşayanlar

Kara , kapkara bulutların alabildiğine uzandığı göğün altında , civa yoğunluğundaki lacivert suyu kıpırdamadan duran denizin kıyısında gezinmekte olan uzun boylu , iri yapılı iki kişi arasında geçiyordu konuşmalar:
- Kaçmalarına göz yumdular! Bundan kuşkulanıyorum.
- Olacak iş değil. Bunu nasıl yaparlar.
- Bu türün kapalı kalması gerekiyordu. Durup dururken düşmanlarımızı , o kötü ruhlu yaratıkları , özgürlüklerine kavuşturdular.
- Büyük, çok büyük bir hata bu.
- Hepsi cezalandırılmalı!
- Samanyolu’na gitmiş olmalılar..Evrende yaşayabilecekleri çok az yer var.
- Onları bulmalı ve yok etmeliyiz... Çok çabuk ürüyorlar.
- Paniğe kapılmaya gerek yok. Başka bir gezegende de olsalar yararlanabiliriz onlardan. Önce biraz zaman geçsin ; üremelerine izin verelim. Nasıl olsa istediğimiz zaman yok edebiliriz onları.
- Yanılıyorsun. Zaman onların lehine çalışıyor artık. Onları elimizden kaçırmakla büyük bir hata yaptık.
Uzakta , karanlık pencereleri her şeyi yutmaya hazır büyük açılmış ağızlara benzeyen şato görünümlü yapıların çevresinde aceleci hareketler , emirler yağdıran sesler ve koşuşmalar vardı.
Kalın bulutlarla kaplı atmosfer geçit vermiyordu. Bu yüzden beyaz ışık hiçbir zaman olmamıştı bu gezegende. Yakan , yok eden , sonsuz karanlık yaşamın düşmanı beyaz ışık...Onlar geceyi seviyorlardı ve gecenin adamlarıydılar. Güneş çok çok uzaklardaydı. Ağır deniz ; yüzyıllar sonra dibindeki lacivert çamurdan , bu sadece kan ve taze insan etiyle beslenen , uzun boylu , güçlü , biçimsiz koyu mavi vücutlu , üstün zekalı , acımasız ölümsüz yaratıkları ortaya çıkartmıştı. Bu yaratıklar , sonsuz yaşam ve türün devamı için kan üreten insan sığırlarına gereksinim duyuyorlardı. Başlangıçta türün bir bölümü kan açlığına dayanamamış ; insan benzeri olduklarından birbirini öldürüp yiyerek soysuzlaşmış ve yok olmuştu. Diğerleriyse zor koşullara göre değişime uğrayarak direnç kazanmış ; uyum göstererek farklılaşmışlardı. Büyük ve ileri bir uygarlık kurmuşlardı ama , sonsuz yaşamlarını sürdürebilmeleri için sınırsız insan kanı olmalıydı ; insan kanı akmalıydı çeşmelerden. Böylelikle güçlerini koruyacak , evrende varlıklarını devam ettirerek diğer uygarlıkların hakimi olacaklardı. İnsan kanının yaşamsal önemi vardı onlar için.
Ağır denizin dibinde tortulanmış balçığın içindeki amino asitleri laboratuvarda sayısız kez birleştirdiler , birleştirdiler. Nihayet bir gün garip bir organik madde oluştu. Esnek , lezzetli , kırmızımsı , yağlı , durduğunda sıvı salgılayan organik bir madde. Bu etti! İnsan eti... Doğru yolda olduklarını anladılar. Etleri küçük parçalar halinde emiyorlar ; böylelikle gün boyu süren yaşam enerjisi kazanıyorlardı. Bu ıssız , karanlık ve çorak gezegende beslenecek başka bir şey yoktu ki...
Sabırla çalışmalarını sürdürdüler. Bir süre sonra beslenmelerine yarayacak ilk canlı insan bedeninin DNA’sı ortaya çıktı. Artık hızla üreyebilen bu yaratıkları sürüler halinde yetiştiriyor , beslenmenin yanısıra , çeşitli hizmetlerde kullanıyorlardı. İnsanlar , çabuk öğrenen akıllı yaratıklardı. Bu nedenle onlara gereğinden fazla bilgi vermek tehlikeliydi. Her şeyi öğrenirlerse isyan edebilir , kaçabilirlerdi. Bu yüzden ellerinden geldiğince dikkatli davranıyorlardı.

Küçük Mor Adamlar

birgün ayşe ve ailesi ormana pikniğe gitmişler. top oynarken ayşe ve ağabisi topu ayşe ormana kaçırır. ayşe almaya giderken top sürekli ondan kaçar. en sonunda ayşe topu ondan kaçıranların 5 küçük mor adam olduğunu anlar.mor adamlar ayşeye bir sır verirler. "eğer bu sırrı 1 ay içinde birine söylemezsen öleceksin. fakat söylediğin kişiye o da birine söylerse dünyanın hakimi olacağını da söylemelisin. bunu söylemeden sırrı söylersen yine öleceksin. fakat bu kişi bunlara inanmalı. ve ona güvenmelisin çünkü o da birine 3 ay için de söylerse eğer sen ölürsün o dünyaya hakim olur. " demişler ve onu göndermişler. ayşe ağabisine söylemiş olanları fakat ağabisi inanmadığı için sırrı ona söylememiş. ailesine akrabalarına arkadaşlarına komşularına anlatmış onlar da inanmamışlar ve ayşe sırrı söyliyceği başka insanlar aramış. bulamamış. bir gün telefon çalmış ve ayşe telefonu açmış. küçük mor adamların sesini duymuş.
"madem son 1 haftaya kadar kimseyi bulamadın önce ailenden birini mi komşularından mı arkadaşlarından mı yoksa akrabalarından mı birini öldrürelim ?". ayşe "hiç birini "demiş. mor adamlar "o zaman önce anneni babanı ve ağabini alalım"demişler.ayşe evi dolaşmış salonda babası mutfakta annesi çocuk odasında ağabisini ölü bulmuş. ayşe bütün parasıyla otobüslere binip azerbaycan bakü ye kadar gitmiş. orda her söylediğine inanan bir arkadaşı ahmet varmış belki ona

Tüyler Ürpertici Yaşanmış Gerçek Bir Hikaye

Bir okuyucumuz’un yayınlanması için göndermiş olduğu başından geçen gerçek bir korku hikayesi. Ziyaretçimiz’in yolladığı gibi yazısını aynen yayınlıyoruz.
Sevgili arkadaşlar sizlere başımdan geçen bir olayı anlatmak istiyorum.
İlk önce belirtmeliyim ki bu siteyi seçmemin sebebi uzun zamandır birçok siteye baktım
anlatılanların çoğunun abartı olduğunu gördüm. Bu sitede okuduklarım ise daha çok gerçeği yansıttığını gördüm, fazla uzatmak istemiyorum..
Vanlıyım 24 yaşındayım. Geçimini ziraat ve hayvancılıkla yapan bir ailenin oğluyum. Her yıl yaz mevsiminde köye gider hayvancılık ve daha çok buğday ve yonca ekimi yapardık. Bir gün ektiğimiz bir tarlanın suyunu kontrol etmek için tarlaya gitmiştim. Gittiğim tarla büyük ve düz bir dağın üzerindeydi köye yaklaşık 2 Km uzakta. Tarlaya vardığımda suyun gelmediğini gördüm gidip bakayım dedim. Tarlaya gelen su ise köyümüzde bulunan en büyük dağın dibinden kaynak suyu gibi gelir.
Suyun en başından tarlaya gelen su patlak vermişti onardıktan sonra suyun akışı ile beraber tarlaya doğru yavaş yavaş yürüyerek bir sigara yakmak istedim. Hava rüzgârlı olmamasına rağmen yaktığım her kibrit sönüyor. Ya bir gariplik vardı ya da bana öyle gelmişti kibriti bitirmeme rağmen ateş yanmıyor ve arkamdan gerçekten bir enerji hissediyordum. Ben suyun gittiğini düşünürken bir baktım su kesilmiş bir daha patlak verdi diye geçirdim içimden. Geri döndüm bir daha, bir adım atayım derken bana çok çok yakın bir ses adımı telaffuz etti. Etrafıma baktım ıssız dağlardan başka bir şey yok. Bir daha aynı ses ve aynı bu 5 defa tekrarlandı.
Korkmuştum aldırmamaya çalışıyor şarkı mırıldanıyordum. Su kaynağına ulaştım su aynı yerden patlak vermiş yine onarıp suyun akışı ile beraber gitmeye başladım. Sanıyorsam 10 adım atmadan su yine patlak verdi. Bir gariplik olduğunu biliyordum

20 Nisan 2016 Çarşamba

MELEK

Aysun,Erdem,Merve,Cafer ve ben buluştuk.Her zamanki gibi Zeynep en son geldi.Gurup halinde ilerlerken ne yapacağımızı kararlaştırdık.Sinemaya “Beyaz Melek” e gidecektik.
Filmden sonra hepimiz müthiş bir sarsıntı ile Taksim’in yollarında salına salına yürüyorduk.Bir an yanımdan geçen arabayı fark edemedim.Erdem “Melek!” diye bağırdı ve arkama dönmemle havaya uçmam bir oldu.
Tek hatırladığım;Yer ile gök arasındayım.Aşağıda kanlar içinde yatıyorum.Arkadaşlarım ve tanımadığım birçok insan başıma üşüşmüş.Yukarısı ise bembeyaz.Hiç birşey yok ama beni kendine çekiyor.Yavaş yavaş yukarı çıkıyorum,çıktıkça nefesim daralıyor.Bir an yine ortaya geliyorum,yaşam,nefes almak istiyorum.Aşağı doğru koşuyorum ama yerimde,hareket edemiyorum.Yere çöküyor,ağlıyorum.
Bu korkunç kabustan uyandığımda ise başımda arkadaşlarım,annemi hatta babamı görüyorum.Babamın kaza geçirdiğimden nasıl haberi olmuş?Ne ara ta Amerika’dan buralara gelmiş?
Ağlayanları görmemek için gözlerimi kapatıyorum.Yine o beyazlığı,babaannemi,Onur’u görüyorum.Onur’umu kardeşimi çok özledim.Ona koşuyorum koşuyorum.Onur’a kavuşur kavuşmaz korkunç bir acı hissediyorum ve aşağıdan uzaklaşıyorum.
Bir süre ağlama sesi duyuyorum ve sonra tek duyduğum tanımadığım bir adamın sesi “ALLAH rahmet eylesin

mezardan uzanan el

Serdar on iki yaşındaydı. Bir yıl vardı ki, mahalle arkadaşlarıyla şehir dışındaki top sahasında maç yapmaya gidiyorlardı. Birkaç günde bir öğleden sonra maç yapmaya giderken ağaçlıktan dolanıp top sahasına varıyorlardı. Aslında kestirmeden gitmek vardı ya o zaman da mezarlıktan geçmek gerekiyordu. Bu işe de pek istekli olan yoktu. Bazen maç uzuyor, karanlığa kalıyorlardı. Çocuklar evlerine geç kalmamak için, böyle durumlarda mezarlıktan geçiverelim diye maç bitiminde atıp tutuyorlardı ama mezarlık kapısına gelindiğinde sesler kesiliyordu.
Bir iki derken bu durum bir akşamüstü yine karanlığa kalınmıştı. Maç çok uzamış ve epey geç olmuştu. Dönüşü yok mutlaka mezarlıktan geçiyoruz diyenler yine mezarlık kapısına gelindiğinde susmuştu. Serdar duruma el koymak ihtiyacını hissetmişti. “ Arkadaşlar, arkamda tek sıra olun. Ben sizi mezarlıktan geçiririm “ dedi ve arkadaşlarının arkasında tek sıra olmasını sağladı. Hafif ay ışığı vardı ve kesme taşlardan yapılmış mezarlık içindeki dar yolu aydınlatıyordu. Etraf zifiri karanlıktı. Çocuklar sessizce Serdar’ın peşi sıra ilerlediler. Yolun yarısına gelinmişti ki yan taraftaki mezarlıktan bir el uzandı. “ Tut elimi, benim elimi tut “ diyordu derinden gelen bir ses. Serdar irkildi. Yüreği ağzına gelecekmiş gibi oldu. Çok korktu. Arkasına baktı. Kimse yoktu. Hani arkadaşları neredeydi? Gerisin geriye dönüp kaçmaya başladı. Hızla mezarlıktan çıktı. Hedefi top sahasıydı. Oraya ulaşmak istiyordu. İki kere arkasına da bakmıştı. Gördükleri tarifi imkansız şeylerdi. Peşinde ölüler vardı.
Serdar top sahasına vardığında bugünkü maçta gol attığı kalenin içine yattı. Arkasında kalenin filesi vardı. Uzanıp tutmaya çalışan olursa fark ederdi. Tehlike gelse gelse önden gelirdi. Böyle bir şey olursa o zamanda ona göre davranırdı. Serdar kalenin içine girdiği andan itibaren peşindekilerin kaybolduğunu anladı. Yine de her an tetikteydi. Gözleri dört bir yana fır dönüyordu. Serdar o gece sabaha kadar uyanık bekledi. Güneşin doğuşunu görmek kimseyi Serdar kadar sevindiremezdi. Derin bir oh çekti ve gerisin geri dönüp mezarlıktan geçerek evine vardı. O el uzanan mezar sessizliğin sesini dinliyordu. Bir hareket yoktu.

arap dede

Bundan yıllar önce ben on iki yaşındayken annemle bir yaşlı kadının evine misafirliğe gitmiştik. Ev iki katlı ahşap bir evdi. Girişte kocaman tahta kapı vardı. Kapıdan girince zemin kat topraktı. Birkaç adım sonra tahta merdiven önüne geliniyor ve yukarı çıkılıyordu. Zemin katın ortasında kenarları demir, tahtadan kocaman bir kapak dikkatimi çekti. Demek ki, oradan yeraltına iniliyordu. Acaba orada ne vardı?
Yukarı çıktık. Nasılsın, iyi misin faslından sonra, annemle o yaşlı kadın koyu muhabbete daldılar. Çay, bisküvi ikramı derken, yaşlı kadın Arap Dede’den bahsetmeye başladı ve şunları söyledi: “ Arap Dede, benim kocamdı. Yıllar önce vefat etti. Evin yanındaki Sinan Bey camisinde imamlık yapıyordu. Vasiyeti üzerine girişteki zemin katın altına gömüldü. Oradaki tahta kapak mutlaka dikkatini çekmiştir, çocuk. “
“ Girişte hemen fark ettim. Orada mı yatıyor Arap Dede? “
“ Sen çok uyanık bir çocuksun. Gözlerin biraz dertli bakıyor ama zeki olduğun belli. Bu anlatacaklarımı unutma. “
“ Hele sen anlat. Merak etme unutmam. “
“ Her sabah zemin katın altına inip Arap Dede’nin kabri başında Fatiha okurum. Takunyalarının biri orada, biri buradadır. Onları yan yana koyarım. Su ibriği yarıya kadar su doludur. Onu tekrar ağzına kadar doldururum. Duvarda tahtadan bir askı vardır. Orada asılı ıslak havluyu temiz, kuru bir havluyla değiştiririm. Kısaca Arap Dede gece kalkıp namaz kılıyor. “
Derin bir sessizlik oldu. Birkaç dakika konuşan olmadı. Sessizliği yaşlı kadın bozdu:
“ Hadi desen ki Arap Dede kalkmıyor, farz et ki, fareler diyelim, fareler takunyaları /Takunya:

ORMANA GÖMÜLEN CESET

Çavuş Peters, maiyetindeki genç polis Johnson’un birkaç zamandır pek düşünceli olduğunu fark etmişti. Bir vakitler pek neşeli ve uyanık olan Johnson, her nedense son zamanlarda neşesini kaybetmişti. Âmiri kendisine bu halinin sebebini sorunca sadece ailevi meselelerden dolayı canının sıkıldığını söylemekle yetindi.
Çavuş Peters, çok sevdiği Johnson’un üzüldüğünü tahmin ediyordu. Johnsonlar hiç de uygun bir çift değillerdi. Bn. Johnson’un, bir polis karısının alamayacağı derecede pahalı elbiselerle gezmesi Hestin köyü halkı arasında dedikodu mevzuu olmuştu. Esasen kadın, gururlu tavırları yüzünden, köylüler tarafından hiç sevilmiyordu. Çavuş Peters, Johnsonlar’ın sık sık kavga ettiklerine şahit olmuştu. Evlerinin önünden her geçişinde, yüksek sesle münakaşa ettiklerini duyardı.
Çavuş Peters, Johnsonlar’ın geçimsizlik sebebini düşünürken Bayan Davidson çıkageldi. Köyün en faal insanlarından biri ve civarın hemen bütün hayır cemiyetlerinin üyesi olan bu kadın, bilhassa dedikoduculuğuyla şöhret almıştı.
Bayan Davidson, pek heyecanlı görünüyordu. titreyen bir sesle:
Bayan Johnson hakkında sizinle görüşmeye geldim…. Dedi
Çavuş Peters rahatsız edilmiş olmasının tesiriyle, sert sert:
Bayab Johson’a ne olmuş diye sordu.
Öldü!
Yok canım!
Evet, hem de bir cinayete kurban gitti.
Peters kulaklarına inanamayarak Bn. Davidson’a bakıyordu.
Onu öldüren kocasıdır.
Çavuşun sesini çıkarmadığını gören Bn. Davidson devam etti:
Onlara komşu olduğumuzu bilirsiniz, çavuş, dedi. Bayan Johnson’u geçen Perşembeden beri ne kocam ne de ben gördüm. Johnson onun annesini ziyarete gittiğini söyledi. Halbuki ben, Bayan Johnson’un daha iki ay evvel, bana, annesinin öldüğünü söylediğini hatırlıyorum.
Elinizde başka delil var mı?
Tabii Johnson’un çok defalar karısını ölümle tehdit ettiğini duyduk…
Peters sert bir sesle, kadının sözünü kesti.
Ne diye karısını öldürsün? Johnson’un karısını ne kadar sevdiğini hepimiz biliriz, dedi…
Bn. Davidson memnun bir tavırla;
Daha iyi ya… karısının, başka bir erkekle gezdiğini haber alınca,bir kıskançlık buhranına kapılarak onu öldürmüştür, dedi.
Bunu da nereden biliyorsunuz?
Karısına, Basil Renton’dan uzak durmasını ihtar ettiğini kulaklarımla duydum. Kadını ben de iki kere yabancı bir adamla bir otomobilin içinde gördüm.
Bn. Davidson gittikten sonra, Çavuş Peters, bu kadının hakikaten her şeyi bildiğini kendi kendine itiraf etmek zorunda kaldı.
Biraz sonra Johnson yanına geldiği vakit, Çavuş Peters onun ağzından bir şeyler öğrenmek istedi…
Johnson, dedi, bir dost sıfatiyle karının nerede olduğunu öğrenmek istiyorum.
Zavallı genç, üzgün bir tavırla:
Bunu soracağınızı biliyordum zaten, dedi. Karım beni terk etti.
Nerede olduğunu biliyor musun?
Adres bırakmadı. Bıraktığı kağıda, beni ebediyen terk ettiğini yazmıştı.
Johnson karın belki tekrar sana döner.
Hayır, hiçbir zaman dönmeyecek çavuşum.
Polisin sesindeki ümitsiz ifade Peters’i şaşırttı.
O akşam eve dönerken Çavuş Peters o kadar dalgındı ki kapısının önünde duran Bn. Peterson’u az daha görmüyordu. Köyün öğretmeni olan Bn. Peterson, çoğu zaman mütehakkim ve heyecansız bir kadın olmasına rağmen, o akşam her nedense bir şeyden korkmuş görünüyordu. Titreyen bir sesle:
Size bir şey söylemeye geldim, diye söze başladı. Köpeğim Bruce’u herhalde hatırlarsınız. O bir hafta kadar evvel öldü. Geçen Çarşamba akşamı Johnson’a Bruce’u Tinden ormanına gömmesini rica etmiştim.
Bu sözler üzerine Çavuş Peters, Johnson’un karısının dönmeyeceğine niçin o kadar emin olduğunu anladı.
Sonra ne oldu Bn. Peterson? diye sordu.
Johnson, köpeği bir çuvalın içine köpeği koyduktan sonra bisikletine atlayarak onu götürdü. Fakat asıl mesele orda değil… korkunç bir ithamda bulunacağım, ama söylemeden duramıyorum. Bay çavuş, ben, Johnson’un karısının Tinden’de gömülü olduğunu zannediyorum.
Köpeğin mezarında değil mi?
Zavallı Bruce’de şu anda mutlaka Tinden Gölünün dibindedir.
Bu şüphenizin sebebi nedir, Bn. Peterson?
Kadıncağız geçen Perşembeden beri meydanlarda yok. Kocasıyla iyi geçinemediğini herkes bilirdi…
Geceleyin Çavuş Peters, kazmalar ve küreklerle yüklü dört polisie Tinden Ormanına gittiği vakit, yağmur yağmaya başlamıştı. Bir ağacın dibindeki mezarı kolayca buldular. Toprağın henüz sertleşmemiş olması, kazıyı kolaylaştırıyordu.
Yarım saat kadar sonra, mezar açılınca, polislerden biri;
Aa! Bir köpek ölüsü! Diye bağırdı.
Mezarı kapattıktan sonra beş kişi sessiz sedasız köye döndüler.
Bir hafta kadar sonra Çavuş Peeters, sokakta yürürken Bn. Davidson’la karşılaştı. Kadın heyecan içinde:
Johnson’un gittiğini duydunuz mu Bay Çavuş? Diye sordu.
Yook!
Bu sabah erkenden gitti. Şehre gitmek için bir taksiye bindi. Rastladığı birkaç kişiye, karısının kendisini çağırttığını ve başka bir yerde yeni bir hayat kuracaklarını söylemiş.
Karısıyla nerede buluşacağını da söylemiş mi?
Hayır.
Çavuş Peters, Johnson’un hesabına memnun olmakla beraber, onun, kendisine nasıl olup da veda etmeden gittiğine bir türlü akıl erdiremiyordu. Her ihtimale karlı, Johnson’un tren istasyonunda görülüp görülmediğini tahkik ettirdi.
Johnson’u orada gören olmamıştı. Johnson’un izin almadan gitmesi, Peters’in canını sıkmıştı. Köyün mezarlığının yanından geçerken, aklına korkunç bir şey geldi. Bunu âmirine açtığı vakit, bu zât hayretle:
Demek, Johnson’un karısının cesedini gömdükten sonra, üzerine köpeği gömdüğünü zannediyorsun, değil mi? Dedi.
O akşam köpeğin mezarı tekkrar açıldı. Fakat içinden bayan Johnson değil, Johnson’un kendisinin cesedi çıktı.
Birkaç gün sonra, Çavuş Peters ile,âmiri Müfettiş Jones, orta İngiltere’nin bir şehrinde trensn indiler. Karakolda şehrin polis müdürü ve temiz giyimli ve sinirli görünüşlü bir adam olan Basil Renton kendilerini bekliyordu. Bn. Davidson’un dedikoduları ve otomobilin numarası sayesinde, Basil Renton’un izini bulmak kolay olmuştu.
Kendisine Peggy Johnson’u tanıyıp tanımadığı sorulunca Rennton şaşaladı. Hiç Hestin köyüne gidip gitmediği sorulunca ise rengi değişmeye başladı. Fakat ağzından bir tek laf almak kâbil olmadı.
Bunun üzerine Çavuş Peters hileye müracaat etti.
By Johnson’la görüştük. Hâlâ Hestin’e gittiğinizi inkar edecek misiniz? Diye sordu.
Basil Renton, bu sözleri duyar duymaz, oturduğu yerde çöktü kaldı.
Demek Peggy’i size her şeyi anlattı ha! Dedi. Mutlaka beni suçlu çıkarmaya çalışmıştır. Ah, ne kadar aptalmışım! Bütün kabahar Peggy’nindir. Çalıştığım şirket beni kuzeye göndermeden evvel, onunla nişanlıydım. Fakat Peggy beni beklemeyerek Johnson’la evlendi. Tekrar güneye nakledilince, onunla görüşmeye başladım. Bir müddet sonra evinden ayrılarak benimle yaşamaya başladı. Kocasından ayrılıp benimle evlenmek istiyordu. Fakat Johnson’un kendisini bırakmayacağından emindi. Köpeğin mezarının açıldığını duyunca bir plan kurdu. Johnson’a bir mektup yazarak O’nu Tinden Ormanı civarında bir yere çağırdı. Kocasının mektupta söylediklerini yapacağını biliyordu. Kocasıyla buluşur buluşmaz, ona buluşma yerini gizli tutup tutmadığını sordu. Otomobilin önünde oturuyorlardı. Ben ise arkada gizliydim. Johnson, Peggy’nin sualine “Evet” cevabını verince, otomobilin anahtarıyla kafasını parçaladım. Ortalığı bürüyen sisten istifade ederek hiç görülmeden köpeğin mezarının olduğu yere kadar gidebildik. Johnson’u oraya gömdük. Polilerin aynı yeri iki kere kazacağını nerden bilelim?

ÜNİVERSİTEDEKİ CİNAYET ÜNİVERSİTEDEKİ CİNAYET

1849 YILINDA AMERİKA DA HARVARD ÜNİVERSİTESİ’NDE YAŞANMIŞ OLAN BİR HİKAYE
1849 yılının 23 Kasım gününe kadar, Bostonlular da, bütün diğer Amerikalılar gibi, altından başka bir şeyden bahsetmiyorlardı. Fakat o Cuma günü, Bostonlular, kendilerini daha yakindan alakadar eden bir mesele buldular. Bostonlu Dr. George Parkman, güpegündüz ortalıktan kaybolmuştu. Parkman ailesine mensup bir ferdin, öyle iz birakmadan kaybolmasi, Bostonlular’i şaşırtmisti..
Dr. Parkman’ı canlı bulana vâdedilen 3000 dolar ile ölü bulana vâdedilen 1000 dolarlık mükâfatlar polisle birlikte yüzlerce Bostonluyu harekete geçirdi .
Doktor o gün öğleye doğru evinden çıkmıştı. İlk evvela tacirlerin bankasına gitmişti. Oradan sebzeciye uğrayarak evi için sipariş vermişti. Daha sonra Harvard Tıp Mektebine doğru yürürken görülmüştü. Tıp Mektebinde veya buraya varmadan da sırra kadem basmıştı.
Yeni Tıp Fakültesinin üzerinde inşaa edildiği araziyi Harvard Üniversitesine hediye eden Dr. Parkman’dı. Esasen Parkman ailesi, Bostonlular arasında asaletiyle şöhret almıştı. Bir çok Parkman’lar Boston tarihinde, mümtaz bir mevki işgal etmişlerdi. Üstelik hepsi zengindi.
Büyük bir telaşa kapılan Boston polisi, bir çok kimseleri tevkif etti.
Harvard profesörlerinden John White Webster, kayıp adamın kardeşi Francis Parkman’ı ziyaret ederek Cuma günü öğleyin Dr. Parkman’la tıp fakültesinde görüştüğünü ve ona borçlu olduğu 483 doları ödediğini söyledi. Söylediğine göre Parkman, parayı aldıktan sonra, üniversite binasından ayrılmıştı. Harvard Tıp mektebinden mezun olan Webster, 20 yıldır bir üniversitede kimya dersleri veriyordu. 4 güzel kızı da olan Websterler’e 1200 dolarlık yıllık ücretin yetmediği rivayet ediliyordu. Profesörün Parkman’a para borçlu olduğu ve kaybolduğu gün, Parkman’ın Webster’den bu parayı almaya gittiği de pek çok kimse tarafından bilinmekle beraber prof. Websterden şüphelenmek hiç kimsenin aklına gelmiyordu. Harvard’ın bir profesöründen şüphe etmeye imkan var’mıydı? Bir çok kimseler, bir serserinin yolda Dr. Parman’ın önünü kestiğini ve Webster’in verdiği 483 doları aldıktan sonra, doktoru öldürdüğünü tahmin ediyorlardı.
Webster’den şüphelenen biricik insan Harvard Tıp Mektebinde Çalışan Ephraim Littlefield adlı asık suratlı bir hademeydi. Littlefield’ Webster’den şüphe etmeye sebep olan şey ise profesörün, Parkman’ın kaybolmasını takip eden Salı günü kendisine bir hindi hediye etmesiydi.
Bu hediye Littlefield’i çok düşündürüyordu. Üstelik sokakta halkın Dr. Parkman’ın cesedinin tıp mektebinin bir köşesinde gizli olacağına dair, fısıltışlatıları bütün merakını kamçılıyordu. Bu devirlerde, ortadan kaybolan adamların cesetlerinin, tıp mektepleri tarafından gizlice satın alındığı rivayet edilirdi.
Günün birinde, hademe kararını vererek, çekiç, matkap, keski, demir kol gibi aletlerini toparladı. Kendisine hayretle bakan karısına, Prof Webster’in laboratuvarının altındaki tuğla kemeri kazacağını söyledi. Bayan Littlefield donakalmıştı; Harvard’ın bir profesöründen şüphelenmek kendisi için dinsizlikten farksızdı.
Hademe karsına Dr. Parkman’ın kaybolmasından birkaç gün önce, kendisi profesöre laboratuvarında yardım ederken doktorun çıkageldiğini ve “Pr. Webster bu gece paralar hazırmı?” Diyerek bağırdığını anlattı. Webster para tedarik edemediğini söyleyince, Dr. Parman yumruklarını sallamış ve “yarına kadar mutlaka hazır olmalı” demişti.
Amerika’nın şükran gününde, hindi fırında pişerken hademe de kalın tuğlas duvsrı oymakla meşguldü. Öğleyin biraz yemek atıştırdıktan sonra işine devam etti. Duvarın delinmesi işi ancak geceleyin sona erdi. Elindeki kandille açılan oyuğun içini aydınlatan Littlefield, bir köşede bir adamın kalça ve bacak kemiklerini gördü. Bunun üzerine derhal polise müracaat etti. Çok geçmeden Webster tevkif edildi. Prof. Webster’in mahkemesine 18 Mart 1850 tarihinde başlandı. Başşahit Littlefield’in şahitliği profesörü çok müşkül duruma düşürdü. Profesörün müdafilleri onun cömert karakterli lekesiz mazisi üzerine dikkati çekmeye uğraştılar. Fakat Dr. Parkman’ın cesedini kesip biçen elin, cerrahi aletleri kullanmakta usta olduğunu itiraf etmek zorunda kaldılar.
Savcı duvarda ve laboratuvar sobasında bulunda bulunan ceset parçalarının Dr. Parkman’a ait olduğunu, profesörün müdafilleri ise ona ait olmadığını ispata çalışıyorlardı.
Muhakeme devam ettiği müddetçe, dışarda dolaşan binlerce Bostonlu’nun mahkeme salonuna alınması için , salon her 10 dakikada bir boşaltıldı.
Nihayet jüri Prof. Webster’in suçlu osduğunua karar verdi. Asılmasından bir müddet evvel, 30 Ağustos 1850’de Prof Webs’ter suçunu itiraf etti. Adı geçen Cuma günü Parkman, Profesör’ü şerefsizlikle itham ederek suratına yumruğu sallamıştı. Bunun üzerine kendini kaybeden Webster, elinin altında olan bir odun parçasını kaparak doktorun başına indirmişti. Parkman yere yuvarlanınca, Profesör laboratuvarın kapılarını kilitlemiş ve cesedi musluğun altına götürerek oracıkta usta darbelerle doğrayıvermişti.
Bu hadisenin üzerinden geçen 100 yıl zarfında Prof. Webster’in şöhreti bir gün olsun sönmemiştir. Zira o profesörlüğü esnasında cinayet işleyen biricik Harvard profesörüdür.

ANNESİ BABASI ÖLEN ÇOCUĞUN KORKUNÇ GERÇEK HİKAYESİ

korku

Şimdi dinleyeceğiniz olay yüzde yüz gerçektir. Ben doğduktan 2 gün sonra annem ve babam benim de içinde bulunduğum bir araba ile kaza yapmışlar. Allahın hikmeti benim burnum dahi kanamazken annem ile babam ne yazık ki hakkın rahmetine kavuşmuşlar. Beni dedem ve nenem büyüttü. Onlar benim her şeyim di annem ve babam olsalar ancak öyle severdim. Fakat Çok kötü bir şey oldu dedem şeker hastası oldu ve git gide çok kötü oluyordu. O zamanlar vaziyetimizde iyi değildi parasal olarak şehirde bir tane devlet hastanesi vardı ve onlarda doğru düzgün ilgilenmiyordu bile. Gözlerimin önünde ölüme gidiyordu sanki dedem ve ne yazık ki büyük Marmara depreminden 2 saat önce 17 ağustos 1999′da kaybettik dedemi sanki dünya başıma yıkılmıştı. Aynı günün sabahı köye defnettiler. Mübalağasız 1 hafta her gece köydeki akrabamızın evinden kaçarak dedemin kabrine gidiyordum ve onun toprağına sarılıp yatıyordum ve her gün de dayım sabah ezanına karşı bazen daha erken gelip beni alıyordu. Köydeki son son zamanlarda gene haneden kaçıp dedemin kabrine gittim. Uyumuş kalmışım sonra arkamdan bir el bana dokundu. Ben yeniden dayım geldi zannettim ve beni rahat bırak gibi bir şeyler söylüyordum. Arkamı döndüm bi baktım karşımda dedem. İnanın hiç korkmadım ve sarıldım ona bana diye konuştu ki; senin yerin burası değil erkek çocuğum bak annenle babanda Çok üzülüyorlar. Bir daha buraya yalnızca dedeciğine yakarmak için gel. Diye konuştu. Bir an gözlerim kapandı ve gözlerimi tekrar açtığımda sabah ezanı okuyordu. Sonra dayım geldi ve götürdü beni. Haneye geldiğimde yaşadığım o şey düşümü yoksagerçek mi bir türlü ayırt edemiyordum. Derken istem dışı elimi cebime attım ve cebimde bir kağıt vardı. Kağıdı açtım baktım ve içinde arapça rakamlar vardı. Kuran okumayı bildiğim için çözmüştüm hemen bu sayılar 3 tane tarihi gösteriyordu. Ilk tarih 12 temmuz 2001 2. Tarih 27 mayıs 2007 ve son olarakta 3. Tarih 5 ekim 2014 tü. O günden sonra dedemin hayalini hiç görmemiştim…….Ta ki kağıtta yazan o ilk tarihe kadar başka bir deyişle 12 temmuz 2001 de bir yaz günü köyde arkadaşlarla otururken yanıma Çok sevdiğim bi arkadaşım geldi bisikletiyle birlikte bana hadi gel gezelim arkama atla dolaşırız diye konuştu. Bizim parasal vaziyetimiz kötü olduğu için bisikletimde yoktu ve tamam geliyorum dedim. Ayağa kalktım tam bisiklete doğru giderken dondum kaldım sanki arkadaşımın arkasında dedem durmus bana “gitme erkek çocuğum” diyordu. Donup kalmıştım tabi bunu yalnızca ben duyuyordum ve kendime gelip ; ben gelmicem dedim. Arkadaşım söylenerek gitti biraz daha dolaşıp haneye vardım. Akşam yemek yerken bi çığlık sesi geldi. Kadınlar ağlayıp bağırıyordu ses beni bisiklete çağrı eden arkadaşımın evinden geliyordu.sonra gittik ki çocuk otobana çıkmış ve bi araba çarpmış. Oracıkta can vermiş çocuk. Bu olayın yüzünden bi ay konuşmamıştım bi kaç yıl sonra kendime gelmiştim artık fakat o tarihlerin bi manası olduğunu biliyordum artık lafı fazla uzatmıcam ikinci tarihte ben askerdim yani 27 mayıs 2007′de hakkari çukurcada yapıyordum askerliğimi o gün intikale çıkacaktık. O gün sanki şehit olacak gibi bir his vardı içimde fakat görev kimseye birşey diyemedim. Intikalin 15. Kilometre filan ansızın bi bomba patladı. Tim ikiye bölünmüştü. Ve ben arkadaki bölümdeydim. Ve ansızın bire tim dağıldı tek başıma kalmıştım. Ve ansızın yeniden dedemin hayalini gördüm. Bana ; erkek çocuğum arkana bak diyordu. Ansızın döndüm ve bir teröristle yüz yüze geldim. Silahı bana doğrultmuştu ve Allahın hikmeti ondan önce davrandım ve onu vurdum can verdi mü can vermedi mi bilmiyorum.sonra destek kuvvet geldi. O gün 5 şehit vermiştik ve dedem yeniden benim hayatimi kurtarmıştı.askerliğim bitti ve şimdi evliyim iki kızım var ve 3. Tarihte ne olacak bilmiyorum. Yani 5 ekim 2014′te……

“KARA KEÇİ”

korkuKapı komşumuz Hüsnü bey amca anlatırdı… Urfa’da ki köylerinde birzamanlar çok garip olaylar olmuş. Hala bu ürkütücü olayların
devam edip etmediğini bilmediğini fakat yeniden de emin olmadığını söylerdi bize. Zira köyüyle tüm ilişkisini koparmıştı. Aklımda
kaldığı kadarıyla bu olanları sizinle paylaşmak istiyorum. Köylerinin isimi “Karakeçi”, nam-ı diğer “Cinli Köy”. Etraf kasaba ve köylerin insanları, cinlerin yapıştığı bu köyden ve orada yaşayan köylülerden olabildiğince uzak durmaya çalışırmış.
1900′lü senelerde Karakeçi’nin çok dindar birisi olan çobanı İbrahim bir gün sürüyü salmış otlağa ve de oturmuş bir ağacın altına. Tembellik basmış ve de uyuya kalmış. Esen hafif rüzgar onun yüzünü yalayıp geçmiş, o esnada birkaç hınzır kıkırdama duymuş. Hemen gözlerini açmış. Gördüğü şey etrafında toplanmış ve başında bekleyen, ona asabi asabi bakan ve bağırıp çağırarak ağıza alınmayacak küfürler savuran koyun sürüsü olmuş. Hızla ayağa fırlayarak köye doğru koşmuş. Bir yandan da omzunun üstünden arkasına bakıyormuş, korkudan tir tir titreyerek. Kan-ter içinde evine varmış ve hane ahalisine soluk soluğa olanları anlatmış. Tabii ki kimse ona inanmamış. Gerçi o zamanlar “Gul Yaban”i söylentileri çok yaygınmış ama yine de İbrahim’in anlattıklarını çok absürt bulmuşlar. Hem de onun çıldırdığını sanmışlar.  Olay bir müddet sonra unutulmuş. Çoban, Hüsnü bey amcanın dedesiymiş. İbrahim, bir daha o otlağa gidememiş ve artık hiçbir koyuna bakamıyormuş. Bir gece, tuvaleti geldiği için haneden çıkmış ve sonrası sabah boynu 180 derece dönmüş ve de gözleri çıkartılmış bir durumda, yerde yatarken bulunmuş. Bir kaç köpek, çobanın bomboş olan göz oyuklarını yalıyormuş ve de kalan et parçalarını kemiriyormuş. Tabiatı ile herkes onu köpeklerin parçaladığını düşünmüş.  Çobanın erkek çocuğu Hüseyin, bir kaç sene sonra hanede yalnız kaldığı bir vakit, namaz kılmaya karar vermiş. 2. rekatının ortasında, hane hafiften sallanmaya başlamış. Adam, yine de devam etmiş namaz kılmaya. Bu sırada evde başka birşeylerin varlığını sezmiş. Onu ziyarete gelenlerin, etten kemikten olmadıklarını hissetmiş ve de onları göremediği için de korkusu ikiye katlanmış. Dualara devam etmiş, belki bu ifritler, şeytanlar gider diye; ama her ne kadar Allah’a sığındıysa da varlıklar gitmemeye kararlıymışlar. Secdeye vardığı anda üstüne ağır bir şey atlamış ve de sırtına binmiş. Hüseyin, durmadan Kelime-i Şehadet getirmiş ve her Allah dediğinde, üstündeki şey daha da bir bastırıyormuş. Adam, yüzü tamamiyle seccadeye yapışmış bir halde dualar okuyormuş. Kendi arkasından gelen bir takım koşuşturma ve de kağıt yırtılması sesleri duymuş. Ayağa kalmak istediyse de yapamamış, yerinde doğrulamıyormuş dahi. Artık o kadar ağlamasının ve yalvarlarının hemen peşinden sırtına çok sert bir tekme yemiş ve onların gittiğini hissetmiş. Bu olayı, akşam üzeri ailesine anlattığı vakit herkes ona inanmış, zira bir iki dakika önce her vakit hanelerinin duvarına asılı olan Kuran-ı Kerim’i paramparça bir halde dışarıdaki tuvalette bulmuşlar. Bütün köye ve de etraf köylere bu olay dağılmış ve köy bundan sonra “Cinli Köy” diye anılmış. Fakat bu tip olaylar artık olmuyormuş. Hüseyin’de bu hadiseden sonra bir daha korkudan ağzına “Allah” lafını alamamış. 10 yıl sonra, Hüsnü bey amca 6 yaşındayken, babası Hüseyin yatağında ölü bulunmuş. Gözleri korkudan faltaşı gibi açılmış ve de vücudu kaskatı kesilmiş. Köyün imamı gelmiş cesede bakmaya ve dualar okuyup üfledikten sonra, adamın can vermeden önce felç geçirdiğini ve de bütün ayak parmaklarının kırıldığını fark etmiş.Ondan sonra bütün haneye ve de hane halkına okuyup üflemiş ve de gitmiş. Hüseyin’in nasıl can verdiği anlaşılamamış, çünkü o gece yanında  kimse yokmuş. Yalnız, Hüsnü bey amca, o gece babasının odasından bir takım homurtu ve mırıldanmalar geldiğini duymuş fakat önem vermemiş.
Hüsnü bey amca büyüdükten sonra Ankara’ya taşınmış, izdivaç edip çocuk çoluğa karışmış. Dindar ve çok iyi bir insandı, hepimiz onu
çok severdik. Bazı acayip hareketleri oluyordu ara sıra ama hiç gözümüze batmıyordu. Hüsnü bey amcayı geçen baharda gömdük.
Can vermeden evvelki gece tuvalete kalkmış ve ertesi sabah, yan daireden gelen çığlıklar ile uyandık. Onu salonun ortasında elleri kolları
arkasına bağlı bulduk. Allah rahmet eylesin.

SIYAH PARDESÜLÜ ADAM

siyah

Bundan 4 yıl önce, kardeşim, 5; bense, 14 yaşındaydım. Bir akşam, kardeşim benim yanımda yatmak istedi. Bir türlü uyutamadım. Sonra bir baktım ki uyumuş. Saat, 02:00′ye geliyordu. Bense kız arkadaşımla iletileşiyordum. Bir ara kardeşim, uykudan uyandı ve bana dünüp, “Sen, beni çocuk parkına götürmüyon!” deyip yanımdan kalktı ve annemle babamın odasına yöneldi. Bense şaşkındım. Aslında hep götürürdüm; fakat düşünde ne gördüyse… “Neyse,” dedim. “Devam edeyim, kız arkadaşımla iletileşmeye.”
Kardeşim, yatak odasının kapısını açar açmaz, “Annnneeee!” diye bir çığlık attı… Bense şoktaydım… Kardeşim, döndü ve yorganımın altına girip, “Abi, içerde bir adam var!” diye konuştu… Ben, o an ne diyeceğimi düşünürken; bir anda, annem geldi odaya… Dili, bir türle dönmüyordu. Bana birşeyler anlatmaya çalıştı; ama anlamadım… Arkasından babam da gelip anneme bir tokat attı, kendine gelsin diye… Annem, babamla yalnız konuşmak istedi…Ama, ben de neler olduğunu öğrenmek istedim… Ben, annem ve babam, oturma odasına geçtik. Annem, anlatmaya başladı…
Kardeşimin çığlığından sonra annem, gözlerini açtığında, babamın yanında uzun boylu, siyah pardesülü bir adamın, babamın boğazını sıkar şekilde orda durduğunu görmüş… Babam, inanmadı; ama bense, şoktaydım hâlâ… Zira biraz önce kardeşim, bana aynısını anlatmıştı. Şimdi annem de anlattığında, çıkmaz bir sokaktaydım sanki ve o günden sonra ben, 4,5 ay, ışıksız yatmadım…. İşte bu kadar.

OTOSTOPCU KÜÇÜK KIZ

elbiseli

Adamın biri, bir cumartesi gecesi evine dönüyormuş. Birden 15-16 yaşlarında sevimli bir kızın yolun kenarında otostop yaptığını görmüş. Adamın da aynı yaşlarda iki kızı varmış.Hemen arabayı kızın yanına yanaştırmış, “Gece yarısı böyle ıssız bir yerde ne yapıyorsunuz Allah aşkına? Bu saatte otostop mu yapılır?” demiş.
Kız, Uzun hikaye. Rica etsem beni evime götürür müsünüz? Buraya çok yakın. Bu iyiliğinizi ömür boyu unutmam” diyerek arka koltuğa oturmuş. Kızın üzerinde cicili bicili, hoş bir elbise varmış. Evinin adresini vermiş.
Gerçekten de yakınmış ev. Adam eve vardığında önünde durmuş, “İşte geldik küçük hanım” diyerek arka koltuğa dönmüş ama arkada hiç kimse yokmuş. Gözlerine inanamamış tabi. Hemen arabasından inip evin kapısını çalmış. 
Beyaz saçlı, çok yorgun görünen yaşlı bir kadın açmışkapıyı. Adam heyecanla, “Bana inanmayacaksınız ama yoldan küçük bir kız aldım. Bana buranın adresini verdi ama tam geldiğimizde…” Yaşlı kadın adamı susturmuş, “Biliyorum, biliyorum” demiş, “Sonra da ortadan kayboldu değil mi? Bu başımıza ilk defa gelmiyor. Her cumartesi akşamı aynı şey olur…
“Meğer kız bir cumartesi gecesi diskodan dönerken trafik kazası geçirmiş ve oracıkta ölmüş. Şimdi her cumartesi gecesi kazada öldüğü yerden otostop yapıp evine gelmek istiyormuş ama bunu bugüne kadar başaramamış. Kadın bunları anlatırken adamın gözü piyanonun üzerindeki kızın fotoğrafına ilişmiş. Evet, kız aynı kızmış ve üzerinde de aynı elbise
korku
Başımdan geçen garip; fakat gerçek olan bir olayı sizinle paylaşmak istiyorum. Daha çocuktum. 12 yaşındaydım. Ablamla aynı odayı paylaşıyorduk. Büyük bir oda ve karşı, karşıya yataklarımız, bir de büyük bir penceremiz vardı. Bir gece uyurken, bir el beni dürtükledi. Ben de şuursuz, uykulu uykulu gözlerimi açıp, hemen pencereye doğru baktım ve siyah bir gölge şeklinde bir cisim gördüm uzun kulaklı. Ablamın ayağının ucunda oturmuş, dışarıyı izliyordu. Baktım ablam uyuyor. Aklıma bir şey gelmeden, korkumdan gözlerimi yumdum. Yorganı çektim, Kur’an okumaya başladım uyuyana kadar.
Sabah olup bitenleri anneme, babama, ablama anlattım. Annem, “cin, iblis” diye çok korktu. “Hocaya götürelim.” diye konuştu. Fakat babam, bana inanmadı ve, “Ağaç gölgesidir.” diye konuştu. Oysa, boş bir bahçeye bakıyor odamız ve ağaç filan da yok.
İkinci gün; ben, annem, ablam ve kundaktaki kardeşim Ozan, bizim odada yere yatak serdik ve uyuduk. Yeniden bir el beni dürtükledi ve benim gözlerim, yeniden cama gitti. Yeniden aynı şeyi gördüm ki, Ozan hemen ağladı ve ağlamasına annem gece lambasını açtı. Fakat o, kaybolmuştu. Olaylar, büyümeye başladı.
Yatağımda uyuyorum. Uyandığımda kendimi bahçede, salonda, damda, annem’le babamın arasında buluyorum. Fakat birgün uyandığımda, ağzım yamulmuştu!!!… Sanki yanağım, felç olmuştu. hissetmiyordum, oynatamıyordum. Yanağım ve ağzım resmen yamulmuştu ve benden korkmaya başladılar, “Seni cinler çarptı!” diye… Annem, beni doktora götürdü. Doktor, çok şaşırdı. Yanağıma tam 15 gün, elektirik verdiler ki düzeldim. Haneye geldim ve o gece yeniden beni uyandırdılar; fakat bu kez lanetli cinler değil, aynı şekilde bir cisim. Fakat nur gibi, ışık gibi. Ben, yeniden korktum.
Sonrası gün annem, beni babamdan habersiz bir hocaya götürdü. Bütün bu olanları anlattım ve bana cinlerin iliştiğini, beni yanlarına almak, lanetlendirmek istediklerini söyledi. Muvaffak olamayınca (Kur’an okuduğum için) bana tokat vurduklarını; fakat son gördüğüm şeyin beni savunması için Allah’ın gönderdiği bir melek olduğunu söyledi. Büyük bir Kur’an getirdi ve elini başımın üstüne koyarak okumaya başladı.O günden sonra da, hiçbir şey görmedim ve onların lanetinden kurtulduğum için mutluyum. Ayrı olarak Kur’an’ın ayetlerin ne kadar ehemmiyetli olduğunu da anlamış oldum. Şimdi, 19 yaşındayım ve ayet okumadan yatmam…

Cinle Tavla

Cinle TavlaGenç bir kiz ailesinin evde olmadigi bir aksam arkadaslarini davet etmis. Kiz kiza yemisler, içmisler, derken içlerinden biri "cin çagiralim” demis. Ev sahibi kiz da hiç inanmazmis böyle seylere ama arkadaslarina ayip olmasin diye kabul etmis. Harfler kesilmis, fincan ortaya konmus ve elele bir masanin etrafinda daire olunup cin çagirma olayina girilmis. Cin gelmis gelmesine ama bizim kiz hala fincani arkadaslarinin ittigini düsünüyomus. Bi ara fincan hizli hizli harflere giderek söyle demis: "Içinizde bana inanmayan biri var. Yarin saat 4’te o kisiyle tavla oynamaya gelecegim!” Kizlar feci tirsmislar ama ev sahibi kiz hala dalgasindaymis isin. Saat çok geç olmadigi halde seans hemen bitirilmis ve kizlar evlerine dagilmis.

Bizimki zaten o tür seylere hiç inanmadigindan cin olayini ertesi sabaha unutmus bile. Öglene dogru telefon çalmis. Arayan, kizin çok sevdigi, çok iyi anlastigi teyzesiymis, "Bugün içimde bi sikinti var, evdeysen bi ara sana ugrayacagim. Dertleselim biraz.” demis. Kiz da sevinmis teyzesini görecek diye, "Hemen gel, ben de seni çok özledim” demis.

Kiz, teyzesini hakikaten dertli ve solgun görmüs. Hosbes etmisler ama teyze hala dalginmis. Kiz, teyzecim sen konustukça daha kötü oldun, istersen baska bisey yapalim” demis. Teyzesi de "O zaman tavla oynayalim. Ne zamandir seninle oynamadik. Kafam dagilir biraz.” demis. Kiz tavlayi almaya giderken bir gece önceki olay aklina gelmis, “Meger benim teyzem cinmis” deyip gülümsemis.

Kizla teyzesi güle oynaya tavla oynarken bi ara teyze tuvalete gitmek için kalkmis. O içerideyken telefon çalmis. Arayan kizin babasiymis. Adamcagiz çok üzgün bi sesle konusuyormus: "Kizim teyzen öglen bi trafik kazasi geçirdi. Durumu çok iyi degildi ama Allah'tan ümit kesilmez deyip sana haber vermedik ama az önce teyzeni kaybettik, basimiz sagolsun.."

Saati Orda duruyormuş

saat ruh ile ilgili görsel sonucuBi otomobil tamircisi ılık ilkbahar gecelerinden birinde evine giderken yolun kenarında bi araba ve arabanın başında da patlayan lastiği değiştirmeye çalışan iki güzel kız görmüş. Yardım amacıyla kenara yanaşmış. Ama istepne de patlakmış maalesef. Adam, “Bu saatte bunu tamir etmek imkansız. İyisi mi ben sizi evinize bırakayım, yarın bir çaresine bakarız” demiş.
Evin önüne geldiklerinde kızlar adamı bi fincan kahve içmek için evlerine davet etmiş. Ev, bi apartmanın 7. katında, hoş bi daireymiş. İstepneyle uğraşırken elleri kirlendiğinden eve girer girmez adam banyoya gidip ellerini yıkamış. Bu arada OMEGA marka saatini de kolundan çıkarıp, aynanın önüne koymuş. Kızlardan birinin, “Kahve hazır” diye seslendiğini duyunca hemen ellerini kurulayıp banyodan çıkmış. O aceleyle de OMEGA marka saatini çıkardığı yerde unutmuş.

Kızların sohbeti çok keyifliymiş. Grup vaktin nasıl geçtiğini anlamamış. Sonunda adam geceyi kızların evinde geçirmiş. Sabah da 7’de kalkıp işe gitmiş. Tamirhanesine vardığında saatini kızlarda bıraktığını farketmiş, “İyi bari, kızları tekrar görmek için bahane olur” diye düşünmüş.

Akşam iş bitimi saatini almak için kızların evine gelmiş ama kapıcı bahsettiği kızların artık o dairede yaşamadıklarını söylemiş. Bu iki talihsiz kız 3 hafta önce trafik kazası geçirip ölmüşlermiş meğer. Şu an da, adamın onları ilk gördüğü yere çok yakın olan bi mezarlıkta yatıyolarmış. Tamirci duyduklarına inanamamış, “Nasıl olur? Ben dün akşam evlerinde onlarla beraberdim” demiş. Kapıcı bunun imkansız olduğunu söyleyerek adamı, kapısı avukat tarafından mühürlenmiş dairenin önüne sürmüş.

Adam çok meraklanmış taabi. Ertesi gün avukata gidip durumu anlatmış ve beraberce kızların dairesine gelmişler. Mühürü açıp içeri girmişler. Adam doğruca banyoya gitmiş. OMEGA marka saat aynanın önünde bıraktığı gibi duruyormuş.....

Bu olay 3 Ekim 2003 tarihinde gerçekleşti.Aşağıda anlatılanlar tamamen doğrudur!!! O gün benim doğum günümdü...Çağırdığım arkadaşlarımın gelmesini bekliyordum.İlk en iyi arkadaşım geldi(adını vermiyeceğim)sonra birlikte diğer arkadaşlarımın gelmesini bekledik. Herkez geldi ve bilgisayar oynuyacaktık.Her doğum günümde olduğu gibi annem evden gitti. Oyunumuz bitti ve arkadaşlarımın getirdiği hediyeleri açcaktım.Ondan önce arkadaşlarımdan biri hemen ortaya atıldı.Bence kimse yokken ruh çağıralım dedi.Bende arkadaşlarıma danıştım olur dediler.Aramızdan biri ruh diye bir şey yok dedi.Ama oda katılmak zorunda kaldı.Kimin ruhunu çağıralım diye düşündük.Kafadan birini attık ve geldi.Ruh sapık çıktı kız arkadışıma bazı sözler söyledi: *Senle yatıcam rüyana giricem.Sana tecavüz edicem bir daha rüyandan hiç çıkmayacağım. sen uyumak istemiycen her yerde artık beni görücen... sonra direk kız ortadan kalktı ve inanmayan arkadaşım bizim söylediğimizi sandı.Gülerek kalktı.Sonra pastayı yedik,hediyeleri açtım ve dışarı çıktık.Kız arkadaşım korkuyodu dışarıya çıktık ve gene o ruh geldi biz ruhu göremiyorduk ama gözüm önünde kız arkadaşım delirmiş gibi üzerime gelme diyordu.Sonra annem geldi olanları anlattık kız arkadaşım bir gün bizde kaldı.O benim yatağımda yatıyordu bende salonda.Gece 4 gibi bağırmaya başladı uyandırmaya çalıştık uyanmıyordu.En son bende cevşen vardı ve ona taktık üzerine su dök- tük uyandı rüyasında gene o ruhu görmüş ve ben gelmişim ona yardım etmişim... Bir daha ruh çağırmadık.......

MEZARLIKTAKI GELIN

ölü gelin ile ilgili görsel sonucuBir akraba dügününden dönen Kemal ve arkadasi Recep, 20 kasim aksami, yaklasik 00.30 sularinda sehir mezarligindan otomobille geçiyorlardi.

Her iki tarafi mezarlik olan dar bir yoldu geçtikleri. Aniden soldaki duvarin üstünden, arabanin önüne beyaz bir sey atladi. Iki arkadas bunun beyaz bir köpek olabilecegini düsündü. Ancak normal sartlarda ona çarpmalari gerektigi halde her ikisi de çarpma sesi duymamis ve çok sasirmislardi.

Arabayi durdurup arkalarina baktilar ama hiçbir sey görmediler. Her ikisi de garip bir seyler oldugunu fark etmislerdi. Mezarliktan çikmalarina çok az kalmisti ki, araci kullanan Recep bir çiglik atti. Dikiz aynasindan bakiyordu.

Bunun üzerine arkaya dönüp bakan Kemal arka koltukta oturan gelinlik giymis bir kadin gördü. Kadin sessizce iki arkadasi izlemekteydi. Büyük bir korkuya ve telasa kapilan arkadaslar, mezarliktan nasil çiktiklarini ve arabadan nasil indiklerini hala hatirlamiyorlar. Ön cama yapismis bir sekilde arabayi durdurdular fakat kadin artik orada degildi.

Bunun üzerine olayi arastirmaya baslayan Kemal, ayni gün ölen bir kadin oldugunu ögrendi. Kadin yakin bir köyde yapilan dügününden dönerken trafik kazasinda hayatini kaybetmisti. Ve öldügünde üzerinde gelinligi vardi.

Ölen kadinin yakinlarini ziyaret eden Kemal , kadinin ayni kadin olup olmadigini ögrenmek istedi. Gittigi evde kendisine bir fotografi gösterildi. Fotograftaki kadin o gece otomobilin arka koltugunda gördügü kadindi. Ölen kadinin yakinlari da olaya sasirdilar. Bir daha o mezarliktan geçemeyen Kemal ve arkadasi, olayi bir süre daha irdelemelerine ragmen, o gün ölen kadinin neden onlara gözüktügünü ögrenemediler..


Alti yasimda sokaga çikmaya baslamistim (abim yanimda olmadan annem disari çikmama izin vermiyordu). Yine böyle birgünde abim beni yalniz birakmis, arkadaslariyla konusmaya dalmisti. Bende topumla bir saga sola kosuyordum. Zevkten dört köseydim, özgürdüm kocaman sokakta, topu istedigim kadar havaya atabiliyordum, evimizin dar koridorundaki kisa ve yorucu kovalamalar artik, uçsuz sokakta terden sirilsiklam olmaya birakmisti yerini... Sonra yine topun pesinden kosuyordum, kosarken arkamda birseyin nefes alip verdigini hissettim. Bu sefer beni kovalayan birsey vardi, o kocaman sokakta. Arkama bakmaya kalmadan kulagimin dibinde havlama sesleri yankilanmaya basladi. Hiç tereddüt etmeden aglamaya ve kosmaya basladim. Dün gibi hatirlarim agzimdan anne geliyor, tut annecim, anne geliyor. sözcükleri dökülüyordu. Sonra abim farketti ve kurtardi ama olan olmustu birkere...Olayin konusuda burda basliyor. Köpeklerin kovalamacasiyla baslayan korku, yerini geceleri gödügüm rüyalara birakti. Artik rüyalarimda sürekli kovalaniyordum, bazen seklini hiçbirseye benzetemedigim konusan insani varliklar, bazen yalvartan köpekler ve en garibi de üzerime örttügüm yorgandi. Bazi geceler rüyalarimda, uyumak üzereyken bogulmaya baslardim, beni bogan sey ise yorganimdi. Aniden heryanimi sararak üstüme bastirmaya baslardi. O an " nefesim kesilirdi, sanki bir caninin kucagina düsmüs gibi olurdum. Uyandigimda kendi sürekli kucaklarda bulurdum. Annem, abim ve babam bu üçlünün arasinda nöbetlese dolanirdim. Uykudan uyanirken kendini birinin kucaginda bulmak korkunun baska bir yüzü olsa gerek. Nedeni, sabaha kadar neler oldugunu hatirlmaya çalisip aklina geldikçe ayni korkulari tekrar tekrar yasamak. Hayatimdaki garipliklerden biride, annem beni yikarken banyoda benimle beraber yikanan çocuklar görürdüm, bazen sessizce aglamaya baslardim bazende bitene kadar sabirla izlerdim. Bunun yüzünden bir keresinde evin ortasinda legenin içinde bile yikandigimi hatirlarim. Korkular bizleri yipratir, sizlere tavsiyem yokmus gibi davranmayin, çünkü heran bir sürprizle karsilasip kötü sonuçlar dogurabilir. Halen rüyalarimla beraber yasiyorum, korkuyorum ve apansizca uyaniyorum ve düsünüyorum ki bende birilerinin korkulu rüyalari oluyorum. Bazen gözümü açtigimda evimden uzaklasmis ve sevmedigim insanlarin çok yakininda buluyorum...

Dağda Gezinen Fenerli Kişi Kim?

ısık (2)Merhabalar ben Bora bu gün size başımdan yaklaşık 3 sene önce geçen bir olayı paylaşacağım bu yaşadıklarım bundan 2 yıl öncesine kadar bırakın anlatmayı aklıma geldikçe sanki aynı şeyleri yaşıyorum .Neyse uzatmadan hikayeye geçelim ben İzmir de yaşıyorum İzmir ne kadar büyük ve kalabalık bir şehir olsa da bizim oralar sessiz sakindir çoğu kişi yaşlılardan oluştuğu için 7 den sonra pek hayat olmaz 3 tarafı dağlık arazidir. bizim herkes de  olduğu gibi arkadaş gurubumuz var geç vakitlere kadar gezeriz ateş felan yakarız bir gün yine dışarı çıktık. Ateş felan yaktık muhabbet sohbet derken dağın öbür ucundan çığlık sesleri gelmeye başladı, kalktık ne olduğuna bakmak için yürümeye başladık yaklaşık 15 dk felan uzaklıktaydı vardığımızda in cin top oynuyor bir hayvan bile yoktu ne olduğunu anlamadık  ve arkadaşım Cenk’in evine gidip kağıt oynamaya başladık. Bildiğiniz 52 destesi. Kağıtları kardım hatta bayaaa oynanmadı diye eksik mi diye kontrol dedim sorun yoktu buraya kadar dağıtmaya başladım, kağıtları elime alınca bir anda elektrikler kesildi böldü felan diye tartışırken Cenk kalktı sağa sola bakındı kimsede elektrik yok ağa kesilmiş dedi. Abi mum olan getir. olmadı flaş falan açın dedim devam edelim. neyse bu getirdi mumları kâğıtları aldık devam ediyoruz kapı çaldı Cenk’e dedim bu kim ağa  diye ne bileyim dedi saat 3 falandı sanırım. Kapıyı açtık kimse yok Allah Allah dedim kapadık tam içeri girdim, koşarak açtım kapıyı yine kimse yok kalktık hepimiz mahallenin her tarafı kapkaranlık zaten telefonun flaşlarıyla birini arıyoruz çıktık yürüyoruz tekrardan çığlık sesleri gelmeye başladı korkuyoruz da tabii ki gittikçe sabaha olmaya yaklaşmıştı tekrar çıkmaya karar verdik dağı tırmandıkça ışık geliyor  ama dağın orada sokak lambası yok çıkmaya devam ettik ışık yoğunlaşıyor gittikçe arkadan ama çok yakından bir çığlık sesi daha geldi biz bir anda sağa sola koşuşturuyoruz işin garibi gördüğümüz ışıkta telefonun flaşları da bir anda kesildi ışıkları. Kaç kere düştüğümü bilmiyorum tek bildiğim aşırı korktum baya da yaralandım takla ata ata. Neyse eve girdik tartışıyoruz ediyoruz dedim hadi yatalım beyler diye yattık tam gözümü kapattım camdan biri tak yumruğuyla vurmaya başladı zıpladım yataktan elinde ışık var  bizimkiler uyandı yüzü seçilmiyor elimize bir şeyler alıp koşturduk ama ne ışık var ne de biri iyice sinirlerimiz bozulmuştu hepimiz elimizde bir şeylerle  sabaha kadar mahallede dolaşacaktık yaklaşık saat sabah 7 e kadar dolaştık sonra yine Cenklerin eve dönüp yattık kalktığımızda mahalle de 2-3 polis arabası ambulans falan vardı ne oldu diye çıkıp bakalım dedik ekipler bizim çıktığımız dağın o tarafa çıkmışlar yürümeye başladık polise noldu diye sorduğumuzda bize iki kişinin öldürülmüş olduğunu söyledi kişilerin yanında da bir el feneri bulunmuş ışık akşamki ışık gibiydi iyice işler çığırından çıkıyordu ne yapacağız diye düşünmeye başladık eve döndük ve 1 hafa ta sürekli oraya inip çıktık bir sorun yoktu eve dönünce kapıya batırılmış bir bıçak bir de ona doğru açılmış bir el feneri vardı… HİKAYENİN DEVAMINI PAYLAŞICAM ÇÜNKİ YAŞAMIYAN BİLEMEZ BU KORKUYU AKLIMA GELDİKÇE HALEN HİÇ BİTMEMİŞ GİBİ HİSEDİYORUM


Hikaye alıntıdır,Okuduğunuz için Teşekkür ederiz

Korkunchikayeleri.blogspot.com.tr

Kardeş misiniz?

korkuncSize yakın arkadaşımla yaşadığım bir olayı yazdım. Aslında bu eskiden olmuş bir olay değil. Bu hala daha oluyor. Ve çok ürkütücü.
Yakın arkadaşımla aynı sınıftayız. 6. sınıfa gidiyoruz. Bir pazartesi günü geçen pazartesi oluyor kantine gittik. korkunç bakışlı bir kız bize tuhaf tuhaf baktı ve süzdü. Önce komiğimize gitti ve güldük. Ama kız çok korkunç bakmaya başladı. Sanki bir katil gibiydi.
Sinirimiz bozuldu ve sınıfa çıktık. Bir sonraki teneffüs yine kantine gittik. Kız yine oradaydı. Biz tam niye bize bakıp durduğunu soracakken bize bir soru yöneltti.
KARDEŞ MİSİNİZ?
Şaşırdık Sorun bu muydu yaniiii!
Sonra kardeş değiliz dedik. Kız yine korkunç korkınç baktı.Şöyle söyledi
KARDEŞ OLMADIĞINIZA EMİN MİSİN???
Biz sonunda kızdık ve bağırdık. Hayır değiliz! Biz gitmesek kız hep orada olacaktı sanki. Zil çaldı ve biz sınıfa döndük. Ertesi gün beden dersinde kız yine bizi buldu. Hep aynı soruyu sorup durdu. Biz en sonunda kıza yine bağırdık. Biraz kabaydık. Sana ne falan dedik. Kızı orada bırakıp gittik. Akşam arkadaşım bize gelmişti. Okulumuzun sitesine baktık.Yarın bizim okul tatildi. Anneme söyledim öğretmenimi aradı. Öğretmenim anneme okulun arkasında ve futbol sahasında iki yakın arkadaşın birden öldürüldüğünü söylemiş. Biz merakla ertesi gün okula gittik. Polisler vardı. Polislerden birine olayı sorduk. Anlattı
Valla okulunuzun arkasında iki kız çocuğu öldürülmüş. Bir de futbol sahasında öldürülmüş. Bir de duvar da kanla yazılar var.
polise yazılanları sorduk ve dehşete kapıldık. Duvarda kanla yazılı şey;
KARDEŞSİNİZ!
Kız sadece bize değil bütün iyi arkadaşlara soruyor olmalı. Şu an ölme ihtimalimiz var. İnşallah bir daha sorar. Belki kardeşiz dersek kurtuluruz. Ama sormayı beklemeden bizi de öldürebilir.
UNUTMAYIN! EĞER SİZE VE YAKIN DOSTUNUZA AYNI ŞEYİ SORARSA KARDEŞİZ DEYİN


Hikaye alıntıdır,Okuduğunuz için Teşekkür ederiz

Korkunchikayeleri.blogspot.com.tr 

Belmez Kasabası Gizemi…

belmez-kasabasİspanya’nın Andaluzya eyaletinin Bélmez de la Moraleda adındaki 2000 kişinin oturduğu küçük bir kasabasında 30 yıldır bilim insanlarının hiçbir çözüm bulamadıkları gizemli olaylar oluşmaktadır.
Her şey, bundan 30 yıl önce bir bağın etrafını çevreleyen beyaz kireç boyalı duvarlarında başlamıştır. 1971 yılının 23 Ağustos’unda Rodriguez Acosta sok. no. 5’te oturan Pereira ailesinin başından son derece gizemli ve halen açıklanamamış bir olay geçmiştir.
Salonda oturan María Gómez Pereira, mutfaktan tuhaf sesler geldiğini fark etti. Açık kapıdan baktığında mutfağın ortasında acayip bir şekil gördü. İlk gün duvarda oluşmaya başlayan bu şekil, sanki sadece bir insan yüzünün az bir parçasına benziyordu. Fakat gün geçtikçe gelişerek sonunda María’nın karşısında duvarda kendisine bakan bir insan yüzü şekillenmişti. İlk zamanlar María, bunun kendi hayal gücünün bir aldatmacası olduğuna inanmıştı. Yazın geçirmiş olduğu sebepsiz yüksek ateş hastalığının bir sonucu ve kalıntısı olduğunu düşünüyordu. Fakat zaman geçtikçe resim daha netleşiyor ekspresyonist bir yüz resmi şeklinde gözüküyordu. Yüzünde hüzünlü ve üzüntülü bir ifade vardı.
María, kocası Juan’ı ve Oğlu Miguel’i çağırdı ve onlara olanları gösterdi. Miguel, gayet net bir şekilde bir erkek yüzünün orada gözüktüğünü ifade ediyordu. Pereira ailesi, korku ve dehşet içinde evlerinden dışarı kaçtılar. Ertesi gün komşularına gittiler ve olanları anlattılar. Komşularından eve girip kendisinin de bakmasını istediler. Eve giren komşu, gerçekten de mutfağın ortasındaki duvarda bir erkek insanın yüzünün resmi olduğunu korku içinde söyledi. Ayrıca bu resmin de komşu kasaba Jaenin Kilisesi’ndeki bir duvardaki fresklerdeki eski bir piskoposun resmine de çok benzediği fark ediliyordu.
Miguel, bu korkuyla, aldığı bir balyozla mutfaktaki duvarı vurarak yıktı ve o adam yüzü resmini yok etti. Bir hafta sonra Eylül’ün 8’inde resim, mutfaktaki aynı yerde tekrar ortaya çıktı. Bu resme daha sonra “Pava” adı kondu.
Bu kez, tekrar ortaya çıkan resmi kırmadılar; fakat dikkatle yerinden çıkarıp bir kristal çerçeve içine aldılar. Bu olaylar, küçük bir yer olan Bélmez Kasabası’nda hızla yayıldı ve Pereira’ların evi, bir çok meraklının akın ettiği bir yer oldu.
Pereira ailesi, kasaba belediyesinden yardım istedi. Onlar da yaptıkları araştırmalar sonucunda en iyi çarenin ocağın ana merkezini ve arka duvarını yıkıp içinde bunu sağlayan şeyin ne olduğu araştırılmasına karar verdiler. Tahminen eni 2.80 bir daire ve derinliği 1.50 metre olan bir delik açıldı. Kazılan duvarın içinde bir oyuk buldular. Burada bir çok insan kemiği yığını ve iki de başsız iskelet bulundu. Daha sonra kemiklerde yapılan araştırmalar, bunları 13 yüzyıldan kalma genç insanlara ait olduğu anlaşıldı. Bu kemikler, Katolik bir mezarlığa gömüldü. Evin mutfağının zemini ve ocağın olduğu yer, tekrar çimentoyla sıvandı.
Kısa bir zaman sonra mutfağın zemininde bir çok kadınlı-erkekli insan resimleri görünmeğe başladı. Bunların her birinin ifadesi gittikçe daha kızgın ve keskin bir ifade taşımağa başlıyordu. Miguel’in bunları yine balyozla kırmağa kalkması, görünmez bir kuvvetin koluna yapışıp onun yere vurmasına mani olmasıyla geçersiz oldu. Resimler, orada kalmakta kararlıydılar. Bu haberlerin etrafa gittikçe yayılması ve büyük ilgi ve merak uyandırması üzerine vilayetin yetkilileri kasabaya gelip inceleme yapmaya ve bilgi toplamaya başladılar. Politikacılar ve bürokratların gelmesiyle beraber Kilise ileri gelenleri de olayla ilgilenmeye başladılar ve onlar da araştırmak ve bilgi toplamak için din ve bilim insanlarını görevlendirdiler.
Olay o kadar büyüdü ki, sonunda kasabaya gelen turist ve meraklıların da meydana getirdikleri kargaşa, ilgililere ve kasaba ileri gelenlerin de bu işe bir son koyma mecburiyeti getirdi. Bunun için gerekli önlemlerin alınmasına başlandı.
Olay yerine 24 saatlik bir polis devriyesi konuşlandı ve etraf kontrole alındı. Bazıları tarafından bu olayın Miguellerin komşusu olan Gómezlerin ressam oğulları tarafından düzenlenen bir şaka olduğunu düşünse de, bu iddia, ispatlanamadı ve resimler, mutfakta değişmiş ve çoğalmış bir halde görünmeye devam etti.
1972 yılı başlarında kasabaya Madrit’ten Prof. German de Argumosa, arkadaşı Jaen Vilayet valisinin ricası üzerine gelmiştir. Argumosa, çok tanınmış bir Parapsikoloji uzmanıydı ve kendisi ilk defa İspanya’da “Madrid de Club Yelmo” adlı araştırma merkezindeki laboratuardaki öteki alemden gelen varlıklara ait sesleri kayıt etmişti.
Her iki profesör, yaptıkları araştırma sonucunda, Bélmez olaylarının paranormal fenomenleri arasında asrın en esrarengiz ve mühim olayı olduğuna karar verdiler.
Bu arada Bélmez’deki yüzlerde sanki bir gençleşme oluyormuş gibi resimler hem daha netleşmekte, hem de yüzlerdeki ifadeler yumuşamaktaydı. Bu değişiklik, sadece iki profesör tarafından değil; fakat onların yardımcıları olan asistan ve psikoloji talebeleri tarafından ve resim çekip araştırma yazısı yazmak için bulunan gazeteciler tarafından da müşahade edildi. Ayrıca resimlerdeki yüz hatlarının ifadeleri de sanki onlara bakan insanlara göre değişmekte ve bu esrarengiz yüzler, kendilerini seyre gelenlerin duygularını anlıyorlarmış gibi bazılarına gülümseyen bazılarına kızgın bazılarına muzip ifadelerle bakıyordu. Örneğin evin erkeği Miguel’e son derece düşmanca ve kızgın bir tavırla bakıyorlardı. Çünkü onları ilk zaman balyozla parçalamıştı. Buna karşın evin hanımı María’ya çok daha müşfik bir ifade ile sanki sebep oldukları kargaşalardan özür diler gibi bakıyorlardı.
Profesör Bender ve German ve onların TV ekibinin, noterin ve ev halkının gözetiminde mutfağın zemininin he biri resimlerden bir kaç tanesini tam olarak kapayacak kadar bölümlere ayrıldı ve her bölümdeki yüz resimlerinin dikkatlice fotoğrafları ve filmleri çekildi.
Sonra her zemin bölümü, ince bir tabaka ile sıvandı. Daha sonra da noterin gözetiminde odanın her tarafı bir özel sıva tabakasıyla sıvanıp, pencereler iyice kapatılarak mühürlendi. Oda kapısına ve pencerenin altına 24 saat her gün görev yapacak polis nöbetçiler dikildi ve oda, 3 ay kapalı tutuldu. Bu zaman zarfında Pereira ailesine evin arka tarafında müstakil bir yere belediyece bir mutfak yapılarak onların yemek ve diğer ihtiyaçlarının oradan görmeleri temin edildi. Böylece ailenin yaşamında bir değişme olmadı.

Hikaye alıntıdır,Okuduğunuz için Teşekkür ederiz

Korkunchikayeleri.blogspot.com.tr